Her bilgi, görgü okulda öğretilmez. İnsan canını, malını, aklını, iffetini ve inancını koruyup gelişimini sağlayacak gereken hukuki, iktisadi, dini ve sosyolojik bilgileri kendi gayretiyle okuyarak, görerek ya da deneyimle öğrenir. Okumayı, yazmayı ilkokuldan buyana severim. İnsan başkasına muhtaç olmamak için öğrenir. Gün olur, falanca da ölmüş derler. Ardı sıra birkaç gün günahıyla, sevabıyla mağdura hakkını ödemek, zalimden de hakkını almak için o da beka âlemine gitti, derler. Mesele, mazluma zarar veren mağrurlardan olmamak… Takva denilen davranış biçimi toplum içinde Allah’ın rızasını kazanmak için adil yaşam ilmidir. 

Toplumsal yaşamda güven, huzur ve adalet yalan, iftira, dedikodu gibi fite ateşleriyle dejenere olur. Düzenbaz, yalancı şahit, dalkavuk, hokkabaz, şarlatan, sahtekâr gibi tiplerin itibar görmesi toplumsal çöküşü hazırlar. Bu tipler ellerinden gelse Azrail’i bile yanıltmaya kalkışırlar. Zaman ve mekânın bile herkese, her şey için doğru şahitlik yapacağı günü unutmamak gerek. O gün kim, kimin için yalancı tanıklık yapmak cüreti gösterebilir ki? Doğum ve ölüm bile Allah’ın birer adaletinden olduktan sonra. 

Güneşin doğuş ve batışı, mevsimlerin geliş, gidişleri Allah’ın birer adaleti değil de nedir? Rüzgârların bulutları taşımasında Allah’ın adaletini fark etmeyen akıl neyi fark edebilir ki? Merhameti, insafı, izanı ve adaleti olmayanın kendine dahi vefası yoktur. Vefasızdan merhamet, insaf, izan veya adalet beklemek gaflet değil de nedir? Davut ve Süleyman peygamberlerin kıssaları merhamet, insaf, izan ve adaletle ilgili ibretlik kıssalardır, ders almasını bilene.  

Davut Peygamber oğullarına: “Size, karşı suç işleyene ne yaparsınız* demiş. “Suçuna göre ceza!” demişler. Hz. Süleyman: “Af ederim.” dediğinde, Davut: “Ya tekrar suç işlerse?” Süleyman: “Yine af ederim!” demiş. Davut üçüncü kez sorduğunda, Süleyman: “Yine de affı tercih ederim! Ona öyle bir davranış sergilerim ki, vefasından o bir daha suç işleyemez hâle gelir.” demiş. Hz. Davut: “Benden sonra peygamberlik makamına layık olduğunu gösterdin.” buyurmuş. Nitekim Hz. Süleyman’ın peygamberliği teyit edilmiş. 

Azrail, düzenbazın birine bir gün: “Ey falanca! Ölüm vaktin geldi.” dediğinde, düzenbaz: “Ey Azrail! Benim yaşım daha genç. Malım, mülküm var. Güçlüyüm, istediğimi istediğimde yapıyorum. Sen git, işi bitmişlerin canını al! Benden daha yaşlılar, düşkünler dururken niye benim canım? Ben, ölmek istemiyorum.” demiş. Azrail: “İnanmıyorsan elimdeki şu ölüm listesine bak! Listenin başında senin adın yazılı. Allah, senin ölüm fermanını verdi.” demiş. düzenbaz: “Ey Azrail! Hoş geldin. Sefalar getirdin. Yol yorgunusun. Hele biraz dinlen de, kendine gel. Misafire bir şeyler ikram etmek, bizim için şereftir. Ben de, bu arada sana bir kahve ikram edeyim. Acı bir kahvenin kırk yıl hatırı vardır, derler.” demiş. 

Azrail, düzenbazın canını almanın vaktini beklerken düzenbaza: “Bilmelisin ki, bizim sistemde hiç kimseye iltimas yoktur.” demiş. Düzenbaz, mutfağa gitmiş. Azrail’in kahvesine uyku ilacı koymuş. Düzenbaz geldiğinde hırsından Azrail’in uyuduğunu zannetmiş. Azrail’in elinden listeyi almış. Listenin başından adını silip en altına yazmış. Düzenbaz: “Çok şükür, adım listenin en altında yazılı. Daha benim ölüm vaktime çok var. Günümü gün etmeye bakayım.” dediğinde Azrail, düzenbaza: “İkram ettiğin kahvenin hatırına senin adın baş taraftan silindi. Listenin sonuna yazıldı. Ama sistem kabul etmediğinden senin adın hep listenin başında çıkıyor. Senin için verilen ölüm vakti bu vakit deyip düzenbazın canını almış.
Ömrünüz uzun, kazancınız bereketli olsun! Hoşça kalın! Dostça kalın!