Yenidoğan Çetesi davası, toplumun can damarına dokunan bir mesele. Sağlık sisteminin ticarileşmesi, insan hayatının değersizleşmesi derinlemesine tartışılacakken, bazı çevreler aylar öncesinde başlatılan soruşturmayı ve yargının çetenin üzerine gitmesini hedef alıyor. Dahası, zanlıları siyasi kimliklerine göre ayrıştırarak, asıl konudan uzaklaştırma çabası içindeler. Sorunu çözmek yerine, siyasetin zehirli diline teslim oluyorlar.

Ne ölen bebekler umurlarında, ne de adaletin sağlanması. Gözlerini siyasi nefret öylesine kör etmiş ki, toplumu da bu ateşin içine çekmeye çalışıyorlar. Oysa, pandemiden iyi biliyoruz: Toplumlar kolektif deliliğe kapıldığında, akıl sağlığı yerini kaosa bırakır. O dönemde “Aşı olun, bu vatandaşlık görevidir” diyen sanatçılar ve medya yüzleri, halkı korku ve panik içine sürükledi. Bugün genç yaşta kalp krizinden ölen insanların ardından, “Keşke aşı olmasaydık” diyenlerin o günlerdeki korku propagandasını hatırlıyor musunuz?

Cem Yılmaz, Tarkan gibi isimler, tıbbi bilgiye sahip olmadan ekranlarda halkı yönlendirdi. O günlerde, maske ve korku propagandasıyla ekranlara çıkan medya figürleri, bilimsel sorgulamalar yapanları “vatan haini” ilan ediyordu. Şimdi, o günlerde kaosu körükleyenler, pandemi sürecinde özel hastanelerin yoğun bakımlarındaki şüpheli durumları sorguluyorlar. Geç de olsa, doğru bir sorgulama.

Ancak unutulmamalı ki, yeni doğmuş bebekleri bile etnik kimliklerine göre ayıran bu acımasız yapı, pandeminin kaosunda kim bilir daha neler yaptı. Yenidoğan Çetesi’ni açığa çıkaran iradenin, bu ülkenin sağlık sistemini istismar eden her kim varsa üzerine kararlılıkla gitmesini bekliyoruz. Çünkü adalet, sadece bugünün değil, geleceğin de teminatıdır.