İnsanlar sayılarla düşünmeye başladıklarından bu yana her şeyin değerini de sayılarla biçtiler. Sayıları kullanarak düşüncelerine niceliksel değer atadılar.

“Bir ev gördüm. Pencerelerinde saksılar, çatısında kumrular vardı.” Dediğimizde evi gözlerinin önüne getiremediler. “Yüz bin liralık bir ev gördüm,” dediğimizde ise aman ne güzel ev diye düşündüler.

Mekanik saat bir gün hayatımıza girdi ve her şey eş zamanlı hale geldi. Günün saatlere bölünmesi bizi de mekanik insanlara dönüştürdü, her anımız ele geçirildi.

Sayılar hayatımızı yönetmeye başlayınca da hayatın anlamını kaçırır olduk. Yüreğimizle görmemiz gereken şeyleri ölçmeye çalıştık. Yanlış yaşadık ve yanlış sorular sorduk. Görmeye çalışmak yerine yalnızca baktık.

Sonra bir gün Küçük Prens kitabı karşımıza çıktı. Güzellikleri görmenin, hataları kabul etmenin ve karşılıksız sevmenin ne olduğunu anlattı. İnsanı insan yapan değerlerin ve her şeyin temelinde yatan sevginin korunması gerektiğini düş yoluyla hatırlattı.  

Küçük Prens’in Yolu Sevgiye Çıktı

Küçük Prens çiçeğine sevgi duyarken sevginin anlamını bilmiyordu. Bir süre sonra onu sıktığı gerekçesiyle gülünden uzaklaştı ve seyahate çıktı. Bu seyahatte; kendi için değil, başkalarının hayranlığını kazanmak için yaşayan, içtiğini unutmak için içen, yıldızların sahibi olduğunu iddia edip onların güzelliğini göremeyen, uzak diyarları araştırmakla çok meşgul olduğu için kendi dünyasını keşfetmeyi reddeden kişilerle tanıştı. Onlardan umduğunu bulamadı ve son ziyaretini yaptığı sırada tilki ile tanıştı.

İnsan Ancak Yüreğiyle Baktığı Zaman Doğruyu Görebilir.”

Tilki ona gerçek arkadaşlığın ve sevginin eşsiz güzelliğini öğretti. Bağ ve dostluk kurabilmek için önemli olanın sevmek, sevilmek olduğunu gösterdi. Prens’e sevgiyi öğrettikten sonra da ona güllerle dolu bir bahçe gösterdi. “İnsan ancak yüreğiyle baktığı zaman doğruyu görebilir. Gerçeğin mayası gözle görülmez.” Dedi.

“Gülünü Önemli Kılan Uğruna Harcadığın Zamandır.”

Küçük Prens beslediği ve baktığı gülüne yeni gezegenler keşfetmek istediğini ima ettiğinde, gülü ona ihtiyacı olmadığını ve kendi başına idare edebileceğini iddia etmişti. Küçük Prens, gülün kötü davranışlarının sebebinin incinmesi olduğunu fark etmesine rağmen onu terk etmişti.

Küçük Prens, gül bahçesine girdiğinde gülünün kendisine söylediğinin aksine eşsiz olmadığı gerçeği ile yüzleşti.

Ancak güzel güllerin bulunduğu bu bahçede yine de kendi gülünü düşünmekten vazgeçemedi. Çünkü hiçbiri kendi çiçeğinin yerini tutmuyordu.

Kimse o güller için fedakarlık yapmazdı. Kendi gülü oradaki diğer güllere benzese bile hiçbirinin kendi gülü kadar değeri yoktu. Rüzgardan koruduğu, özenle baktığı, dertlerini dinlediği, dostluk yaptığı yalnızca kendi gülüydü.

Yıldızlardan Birinde Olacağım

Yazar bir gün Küçük Prens ile çölde karşılaştı. Yalnızlık teması yolculuk boyunca tüm gezegenlerde olduğu gibi karşımıza çıktı.

Küçük Prens, bir süre sonra yanından ayrılacağı zaman “Geceleri gökyüzüne baktığın zaman, ben bunlardan birinde güldüğüm için, sanki bütün yıldızlar gülüyormuş gibi gelecek sana.” Dedi, gitmesini istemeyen yazara.

Yazar, prensin gitmesine izin verdi, çünkü onu yanında tutmak istemek, kafese koyarak tutsak etmek gibiydi. Onu incitmemek için özgürce gitmesini kabullendi.

Yazar anladı, önemli olan göz ile değil kalp ile gerçeği görmekti.