İnsan doğumdan ölüme kaygı, korku ve ümitle yaşar. Bazıları da olup bitene duyarsız davranır. İstikbale insan istikrar, ilke ve idealle yürür. Ne idim, ne oldum, ne olacağım düşünce prensibini akıl kulağına küpe yapmayan zavallıdır. Bilgi ve beceri insanın mahrumiyetten, acizlikten kurtaran etkin iki unsurudur. İnsanın gelişimde bir önceki güne göre efektif olması bereketli ömür sürdüğüne emaredir. İnsan, Allah’ın mülkünde misafirken bu misafirlikte neyin kavgasını yapmakta… Kimden neyin öcünü almanın derdinde…
Kara taşın içerisinde kara karıncayı yaratıp yaşatan onun bile rızkını verdikten sonra insan neyin kaygısında… İşte insanı korkutan bu kaygılarıdır. Firavun’un en zalimlerinden biri bilinmesi bir Musa doğmasın diye doksan bin masum erkek çocuğu öldürtmesidir. Firavun’un sihirbazları kadar halk yürekli olabilse idi, Firavun bu zulme cesaret edemezdi. Müslüman ağzını yalan ile harama kapatmadıkça dünya ve ahirette düşeceği kötü hâlden nasıl korunabilir? Dilini yalana, kursağını harama alıştırmış kişinin kaybedeceği neyi kalmıştır ki?
Dilini yalan, kursağını haramla besleyen insan başta kendi zalimidir. Kendisine acımayan başkasına ne denli acır? Birbirine güven duymayan, değer vermeyen toplumlarda kaygılar, korkular biter mi? Böyle toplumlar vicdani değerlerini yitirmiş toplumlardır. İnsan ya felaketini ya da selametini yaşar. Aklı, imanı, vicdanı, adaleti olan insan neye kaygı duymalı, neden kork malı, neyi ümit etmeli ki erdemli insan olabilsin. İnsan bir başkasının namusuna, malına, itibarına tecavüzden korkmalı ki istikbali selamette olsun. İnsanın en büyük ümidi dünya ve ahiret hayatında huzurlu, müreffeh bir yaşam değil mi?
İnsanı korkuya, kaygıya iten servet, şöhret ve şehvet tutkusudur. Başa gelen felaketler servet, şöhret ve şehvet tutkusundandır. Servet, şöhret ve şehvet tutkunluğu mazlumun, masumun haklarına haksızlıktır. Bir insanın ırz veya rızkına göz koyandan daha zalim kim olabilir? 1997’in Şubat’ında bir gün Eskişehir Sanayi Çarşısında Murat isimli bir arkadaşa rastladım. İş yerine davet etti. Sohbetimiz sırasında bana: “Çok kitap okuduğunu biliyorum. Gazetede köşe yazarlığı yapıyorsun.” bana, bir arkadaş şu kolideki kitapları hediye göndermiş. Okumaya ne vaktim, ne de hâlim var. Onları sana versem kabul eder misin” dediğinde, “Görmeliyim.” dedim.
Kitapların on altı cilt halinde İbn-i Kesir Tefsiri olduğunu gördüm ve: “Teklifini kabul ediyorum.” dedim. Nasip böyle imiş... İbn-i Kesir gibi bir tefsire sahip olup da hakkınca okumamak ona ihanet değil de nedir? Okuduğum beş farklı tefsirin hem en mufassalı, hem de diğer tefsirlerin hocası olduğunu gördüm.
Bir zaman sonra oğlum, benden İbn-i Kesir Tefsirini istedi. Ben de severek, sevinerek oğluma onu devrettim. Bir baba için oğlunun tefsirle behemehâl olmasından daha güzel hâl görmesi ne olabilir? İbn-i Kesir, Bakara suresi 97 ve 98’ inci ayetlerde üç noktaya dikkat çekmiş.
Yahudi bilginlerinden biri İslam Peygamberini gördüğünde yanına varıp: “Sana üç şey sormak istiyorum. Soracağım şu üç şeyi peygamberden başkası bilmez. Birinci sorum, kıyamet alametlerinin ilki nedir? İkinci sorum cennet halkının cennette ilk yiyeceği nedir? Üçüncü sorum ise; çocuğun anasına ya da babasına çekmesine sebep nedir?” demiş. Hz. Peygamber: “Az önce Cebrail, bana geldi. Senin, bana bu sorduklarını bildirdi. Birinci sorunun cevabı kıyamet alametlerinin ilki; insanları doğudan batıya sürükleyen bir ateş... İkinci sorunun cevabı, cennet ehli insanların cennette yiyecekleri ilk yemek balık ciğeri... Üçüncü sorunun cevabı ise; erkek ya da kadından hangisinin suyu cinsi ilişkide önce gelirse çocuk ona benzer. Erkeğin suyu kadının suyundan önce geldiğinde çocuk erkek doğar. Kadının suyu erkeğin suyundan önce geldiğinde çocuk kız olur.” buyurmuştur.
Yahudi bilgin Abdullah İbn Selam, İslam Peygamberinden aldığı bu cevaplar üzerine amentüye iman edip Müslüman olmuş. Daha ne olsun! Daha ötesi kara taşın içerisindeki kara karıncanın rızkını vereni düşünmek yetmez mi, aklı ile düşünene.
Ömrünüz uzun, kazancınız bereketli olsun! Hoşça kalın! Dostça kalın!