Hukuk tabiri ile boşanma, eşler arasındaki evlilik birlikteliğini taraflardan en az birinin devletin yargı organları olan mahkemelere başvurmak suretiyle yasal yollar ile sona erdirme halidir. Toplumun temel yapı taşlarından olan aile müessesesini ilgilendiren ve kamu düzenine ilişkin olan boşanma davalarında hakime özellikle taraflardan kimin haklı olup olmadığını belirlerken geniş takdir yetkisi tanınmış durumdadır. Hal böyle olunca taraflardan her ikisi de boşanma yönünde irade gösterse dahi hakimin boşanma yönünde karar vermek gibi bir mecburiyeti bulunmuyor. Yargılamayı yürüten hakimin, bunun yerine taraflar arasında bir müddet ayrılık kararı verebilme yetkisi olduğu gibi doğrudan boşanma davasının reddine de karar verebilir. Ancak bu oldukça istisnai bir durum olmakla, fiiliyatta her iki taraf da boşanma yönünde talepte bulunması durumunda genellikle boşanma kararının verildiğini görüyoruz.
Boşanma davalarının sonucunun taraflarca öngörülememesi bir yana bugünkü yazımızın konusunu oluşturan “boşanamama hali” yalnızca bununla sınırlı değil. Yerel mahkemece verilen boşanma kararından sonra da boşanmanın kesinleşmesini beklemek yine tarafların hayatlarına etki eden oldukça olumsuz bir durum olarak karşımıza çıkmakta.
Tahmin edebileceğiniz üzere, boşanma davaları salt boşanma talebi ile görülen davalardan değildir. Nitekim taraflar genellikle boşanma ana taleplerinin yanında boşanma nedeniyle zedelenen maddi durumunun tazmini amacıyla maddi tazminat, kişilik haklarının saldırıya uğraması nedeniyle de manevi tazminat talebinde bulunabilmektedirler. Yine tarafların birbirlerinden nafaka talebi, müşterek çocuk bulunuyorsa bunun velayetinin kimde kalacağına ilişkin velayet talebi de uygulamada boşanma davalarında ileri sürülmektedir. Kısaca özetlemek gerekirse, bir boşanma davasında taraflar ana talep olarak boşanma, fer’i talep olarak da birbirlerinden maddi-manevi tazminat, nafaka gibi bir çok talepte bulunma hakkına sahip.
Aslında yazımızın konusu olan boşanamama halinin de tam olarak burada devreye girdiğini görüyoruz. Çünkü hukukumuz ana talep ile fer’i taleplerin birbirlerine sıkı sıkıya bağlı olduğunu, biri olmadan diğerinin varlık kazanamayacağını ve bu nedenle üst mahkemeye itiraz edilmek (istinaf ve temyiz) istendiğinde bunun ancak birlikte gerçekleşebileceğini kabul etmiş durumdadır.
Peki bu ne demek?
Kısaca, yerel mahkemece verilen boşanma, maddi-manevi tazminat, nafaka gibi kararların üst mahkemeye itirazı ancak birlikte yapılması şartıyla geçerlidir. Yani yerel mahkemenin verdiği karara itirazda bulunurken, “boşanmaya itirazım yok, kalan fer’i taleplerime ilişkin verilen karara itiraz ediyorum” diyemiyorsunuz. Örnek üzerinden anlatmak gerekirse, kişinin açmış olduğu boşanma davasında boşanma, nafaka ve tazminat talep ettiği varsayıldığında, yerel mahkemece verilen hükümde nafaka ve tazminat miktarlarını az bulursa, verilen bu hükme karşı itiraz hakkını ancak ve ancak ana talep olan boşanma talebiyle birlikte kullanabilmekte, bu durum da yerel mahkeme tarafından verilen boşanma kararının kesinleşmemesi sonucuna yol açmaktadır. Yani kişi itiraz ettiği mahkeme kararının üst mahkeme tarafından tekrar değerlendirilmesi aşamasında eşi ile resmiyette evli olarak kalmaya devam etmekte ve bu durum da insanları maddi-manevi mağdur etmektedir. Zaten uzun süren yerel mahkeme aşamasına bir de üst mahkeme aşaması eklendiğinde, kişinin halihazırda ayrı yaşadığı, arasında sevgi ve saygı bağı kalmadığı bir insan ile yerel mahkeme tarafından verilen boşanma kararı kesinleşinceye kadar resmi olarak evli kalmaya devam etmesi vicdanen kabul edilebilir bir durum olmasa da hukuken katlanmak zorunda kalınan bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor.
Hülasa, fiilen bekar ancak resmiyette evli kalmayı göze alan var ise boşanamama haliniz hayırlı olsun.