Yakın tarihte bilge bir insana biri gelip “Düğün yapmak istiyorum. Dost bildiğim ……filandan borç para istedim. O: “Altın veya döviz hangisini istersen o misilde ödemek kaydı ile verebilirim. Ben, ondan borç para istiyorum. O, bana altın veya döviz teklif ediyor. Altın veya dövizi öderken zorlanırım. Velhasıl istediğim parayı vermedi. Böyle dostluk, kardeşlik mi olur?” demiş. Bu kişi masum görünüm altında bir başka insanı olumsuz tarzda toplum önüne atmanın hırsında olduğunun farkında mı acaba?
İnsanın adaletten uzak kaldıkça bu tür handikapları aşması ne mümkün? Eskiden Anadolu’nun bazı yörelerinde sahtekâr yerine “satiker” sözü kullanılırdı. “Satiker, borç aldığı beygiri eşek olarak ödemeye çalışır.” derlerdi. Sahtekâr, doğruyu şirazesinden saptırandır. İşe hile karıştırıp hak sahibini zarara sokandır. Ağına çekemediği hak sahibini şeytanmış gibi kamuoyuna takdime çalışandır. Borç isteyenin istediğini, istediği şekilde alamadığı için muhatabı başkalarına lüzum etmediği hâlde anlatması gıybetin anası, fitnenin babası değil de nedir?
Ne yazık ki, günümüzde alacak-verecek yüzünden pek çok insan birbiriyle husumetli. Kendi zararını düşünen karşı taraf için de elini vicdanına koymalı değil mi? Farzımuhal 500.000,00 TL. alınan borç paranın yıllık enflasyon % 50 olduğunda birinci yılın sonunda reel değer olarak alım gücünün 250.000,00’ye düşmesi hak sahibinin mali güç kaybı değil mi? Bu durum, borç almış için tefeciliğin sinsi biçimi değil de nedir? Borç istenen kişiyi adaletli ve bilinçli tutumundan dolayı kutlamak gerek.
Faizin haramlığı bir tarafı malen çökertirken diğer tarafa haksız kazanç sağlamasıdır. Müslüman alırken de, verirken de aynı itinayı göstermek zorunda. Borç veren “mendup” davranış nedeniyle Allah’ın rızasını kazanır. Borç alanın üzerine alırken ki özenle ödemeyi zamanında tam ve eksiksiz yapması farz-ı ayındır. Bu türlü davranışlar “Takva” nın esasıdır. Adil olmayanın takvası olur mu? Allah, Bakara suresi 282’inci ayetin mealinden özetle: “Ey iman edenler! Az olsun, çok olsun belli süre için birbirinize borçlandığınızda bu borçlanmayı süre ve miktar olarak adaletle yazın… Yazmakta güçlük olduğunda unutmaya mahal vermeyecek şekilde şahit tutun… Hak sahibinin hakkını eksiltmemek Allah’ın adaletine daha uygundur. Aksini yapmakla Allah’a karşı gelmekten sakının…” buyurmuş.
Borç ilişkisini yazılı yapmak farz-ı kifayedir. Borçlanmanın yazmak, şahit tutmak veya rehinle yapılması İslam’ın özüne, Allah’ın rızasına, Peygamberin sünnetine uygun iştir. Borç alan kendi kâr ya da zararını düşündüğü kadar borç verenin kâr ya da zararını düşünmedikçe dostluktan, kardeşlikten, haktan, hukuktan söz edebilir mi? Kur’an’ın Hûd suresi 84’den 91’inci ayetlerin meallerinden özetle Medyen halkına Şu’ayp Peygamber: “Ey halkım! Allah’a kulluk edin. Ölçü ve tartıyı adaletle yapın. Haksızlıkla, hile ile insanların mallarını, kazançlarını eksiltmeyin…” dediğinde, Medyenliler: “…Mallarımız hakkında istediğimizi yapmayı engellemeyi sana namazın mı emrediyor?
Sen, aklı başında yumuşak huylu bir adamdın. Biz, senin anlamıyoruz. Eğer kabilen güçlü olmasaydı seni taşlardık.” dediler. Adaletli alış veriş Medyen halkından ağa takımının işine ters düşmüş ki, önceleri sevdikleri Şu’ayp Peygamberi sonradan taşlamayı düşünmüşler. Hûd suresi 112’inci ayetinde mealen: “…Emrolunduğun gibi dosdoğru ol… Hak ve adalet ölçülerini aşma…” buyuruyor, Allah! Durum, tutum böyle olunca Müslüman daha neyin peşinde?
Borç alan ile veren arasındaki ilişkinin doğruluk ya da yanlışlığını değerlendirmek insani, vicdani bir vazifedir. İnsan, Allah indinde borçlarına sadakatiyle kulluk değeri kazanır ya da kaybeder. İnsan ancak adaletli muamelatla dosdoğru olur. Gerisi herkesin kendisine kalmış…
Ömrünüz uzun, kazancınız bereketli olsun! Hoşça kalın! Dostça kalın!