Günümüzde ebeveynlerin en çok sorduğu sorulardan biri: “Bizim zamanımızda böyle değildi, çocuklar neden bu kadar değişti?” Çocuklar daha sabırsız, daha bağımsız ve teknolojiye daha düşkün mü oldu, yoksa aslında değişen biz miyiz?
Çocuk gelişimi perspektifinden baktığımızda, çocukların temel gelişim ihtiyaçlarının tarih boyunca aynı kaldığını, ancak ebeveynlerin ve çevresel faktörlerin önemli ölçüde değiştiğini görüyoruz. Çocuklar, her dönemde içinde bulundukları kültüre, teknolojiye ve toplumsal değerlere uyum sağlayarak büyürler. Bugünün çocukları dijital dünyada doğdukları için bilgiye hızlı ulaşan, sosyal medyanın etkisiyle daha görünür olan ve kendilerini daha fazla ifade edebilen bireyler haline geliyorlar. Ancak bu, onların psikolojik veya duygusal gelişim açısından farklı olduğu anlamına gelmiyor.
Piaget’in bilişsel gelişim teorisine göre, çocukların dünyayı anlama ve öğrenme biçimi belirli evrelerden geçer ve bu evreler nesiller boyunca değişmez. Ancak bu süreçte çocukların karşılaştığı uyaranlar ve ebeveyn tutumları değiştiği için, biz yetişkinler onların “farklı” olduğunu düşünüyoruz. Örneğin, geçmişte oyun parkları ve sokaklar çocuklar için doğal öğrenme ortamlarıyken, bugün aynı işlevi dijital platformlar üstlenmiş durumda.
Değişen Ebeveynlik Anlayışı
Geçmişte otoriter ebeveynlik modeli yaygınken, günümüzde daha demokratik ve ilgili ebeveynlik anlayışı öne çıkıyor. Bu değişim, çocukların kendilerini daha özgür ifade etmelerine ve ebeveynleriyle daha fazla müzakere etmelerine yol açtı. Ancak bu durum bazen ebeveynler için zorlayıcı olabiliyor çünkü alışılmış otoritenin yerini diyalog ve anlayış temelli bir ilişki alıyor. Bağlanma teorisi, çocukların sağlıklı gelişimi için güvenli bir bağlanma figürüne ihtiyaç duyduğunu vurgular. Günümüzde birçok ebeveyn, çocuklarıyla kaliteli vakit geçirmek için daha fazla çaba gösterse de iş hayatının yoğunluğu ve teknolojinin getirdiği dikkat dağınıklığı bu bağlanmayı zorlaştırabiliyor. Eskiden çocuklar ebeveynlerinin iş ve ev hayatına daha fazla dahil olurken, şimdi bireyselleşme ön planda.
Teknolojinin Rolü: Suçlu Kim?
Birçok ebeveyn, çocuklarının teknolojiye bağımlı hale geldiğini düşünüyor. Oysa yapılan araştırmalar, çocukların teknoloji kullanımının büyük ölçüde ebeveynlerin tutumlarıyla şekillendiğini gösteriyor. Eğer bir çocuk gününün büyük bir kısmını ekran başında geçiriyorsa, burada ebeveynlerin de kendi teknoloji kullanım alışkanlıklarını gözden geçirmesi gerekiyor. Ayrıca, buradaki en önemli nokta, çocukların gelişim dönemlerine uygun olarak teknolojiyle tanıştırılması ve bunun bir ödül-ceza mekanizması yerine öğrenme ve eğlence aracı olarak kullanılmasıdır. Örneğin, Montessori yaklaşımı, çocukların somut deneyimlerle öğrenmesini vurgular. Eğer teknolojiyi, bu deneyimleri zenginleştiren bir araç olarak kullanırsak, faydalı olacaktır. Ancak çocuğun gerçek dünya ile olan bağını tamamen koparmasına izin verirsek, psikososyal gelişimini olumsuz etkileyecektir.
Gerçekten Değişen Kim?
Modern ebeveynlik anlayışında korumacı tutumların arttığını görüyoruz. Eskiden çocuklar daha özgür hareket edebilirken, günümüzde ebeveynler çocuklarını her türlü tehlikeden korumaya çalışıyor. Bu durum, çocukların bağımsızlık kazanmasını geciktirebiliyor. Bağımsızlık kazanamayan çocuklar ise ilerleyen yaşlarda problem çözme becerileri geliştirmekte zorlanıyorlar. Bowlby’nin bağlanma teorisine göre, güvenli bağlanma geliştiren çocuklar ilerleyen yaşlarda daha bağımsız ve öz yeterliliği yüksek bireyler olurlar. Ancak aşırı koruyucu ebeveynlik şekli, çocukların dünyayı keşfetmesini ve kendi deneyimleriyle öğrenmesini engelliyor.
Sonuç olarak; çocuk gelişimi açısından baktığımızda, çocukların gelişimsel ihtiyaçlarının ve doğalarının değişmediğini, fakat ebeveynlerin tutumlarının, toplumsal yapıların ve teknolojinin evrimleştiğini görüyoruz diyebiliriz. Çocuklar aslında her zaman olduğu gibi öğrenmeye, keşfetmeye ve sevilmeye ihtiyaç duyuyor. “Asıl değişen, onların içinde büyüdüğü koşullar ve yetişkinlerin çocukluk anlayışı.” Bu noktada, önemli olan çocukları geçmişle kıyaslamak yerine, onların bugün içinde büyüdükleri dünyayı anlamaya çalışmak. Onlarla sağlıklı bir bağ kurarak hem bireysel hem toplumsal gelişimlerine destek olmak. Kısaca diyebiliriz ki, değişen dünyada çocukları anlamak, önce kendimizi anlamaktan geçiyor.