“Ada’nın %62’sini Rum’lara bıraktık. Kendileri de bilirler ki geçen yıl Ada’nın tümünü alabilirdik. Ama Türkiye Yunanistan gibi genişleme politikası gütmediğinden Ada’yı işgal ve istila etmedi. Sadece barış ile güvenliği sağladı ve güvenlik hattında durdu. Şimdi Rum’lar Ada’dan Türk askerlerinin gitmesini isterler. Nasıl gider Türk askeri? Kendileri Yunan takviyeli en az 40 – 50 bin kişilik bir ordu bulundururken ve bu orduyu her gün yeni silahlarla donatarak Türk halkının varlığı ve hayatı için korkunç bir tehlike yaratırken, Türk askeri buradan nasıl gider?”. 1975
Dr. Fazıl KÜÇÜK
İ-kinci Paylaşım Savaşının 01 Eylül 1939 günü Nazilerin Polonya’yı işgali ile başladığı biliniyor. Nisan 1945 ayına kadar devam eden savaş sırasında resmi açıklamalara göre 70 milyonun üzerinde insanın öldüğü kaydediliyor. Bu derece ağır insan kaybının bir kez daha yaşanmaması için BM 01 Eylül gününü Dünya Barış günü olarak ilan etti. Etti de ne oldu diye sorduğunuzu duyar gibiyiz. Bundan sonra başlatılan vekalet savaşları ve çatışmalarda daha fazla insanın öldüğünü söylemek de olasıdır. Doğal olarak bu denli çatışma ve savaşları silah üreticisi ülkeler başta Birleşik Amerika Devletleri olmak üzere hep birlikte kışkırtıyorlar. Sonuçta insanlar birer canavara dönüştürülüyor. Olan da kadın ve çocuklara oluyor. En fazla sıkıntı ve can kaybını yaşıyorlar.
Amerikalı Bay Trump’ın başkan seçilmesi sonrasında ivme kazanan çatışmalar dur durak demeden artıyor. Yakın çevremize baktığımızda bire bir insan ilişkilerinin de düzgün olduğunu ne yazık ki söyleyemiyoruz. Bunun temel nedenlerinden bir tanesi ise savaş ve çatışma sahnelerinin boyalı kutularda saatlerce değil günlerce izlettirilmesi olduğunu kaydetmek istiyoruz.
Karşımızdaki unsur ile yaşamakta olduğumuz uyuşmazlığın temelinde uygulanmakta olan eğitim politikaları yatmaktadır. Bu unsurun İlkokullardan başlanarak devam eden öğrenim süresince okutulan UNUTMUYORUZ isimli ders başlığıdır. Geçtiğimiz günlerde yapılan bir kamuoyu araştırması bu yargımızı doğruluyor. 18 yaş altı Rum gençlerin Ada’nın kuzeyine (soru bu şekilde idi) giderek oraları görmek isteyip istemedikleri sorusuna verdikleri yanıt bize şaşırtıcı gelmedi. Bu eğitim sistemi ile yetişenler %65 oranında kuzeyin Türk işgali altında olduğu nedeniyle gitmek istemediklerini söylüyorlardı. Bu çocuklar savaş yaşamamış olsalar bile eğitim sistemi tarafından sürekli olarak zehirleniyorlar. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde yapılacak bu yönlü araştırma Ada’da barışa ne kadar yakın veya uzak olacağımızın da göstergesi olacaktır.
Eylül ayının gelmesi ile BM Genel Kurulu 18 Eylül’de çalışmalarına başlayacaktır. Katılacak olan ülkelerin devlet ve hükümet başkanları içinden geçilmekte olan durum konusunda görüşlerini açıklayacaklardır. Bu yönlü açıklamaların ne kadar değer bulacağı ise ayrı bir tartışma konusudur. Buna karşın karşımızdaki unsur bu dönemi kazanım olarak kendi hanelerine yazdırmak için yoğun uğraş vereceklerdir. Doğu Akdeniz’de hidrokarbon araştırmalarını başlatmayı da hedefliyorlar. Buna karşın Türkiye’nin de benzer girişimlerde bulunması şaşırtıcı olmayacaktır.
Rum müzakereci Bay Andreas Mavroyannis Alithia gazetesine geçtiğimiz günlerde yaptığı değerlendirmede, “Çerçeve toprak konusunda Kıbrıs Türk’leri sundukları haritanın ötesine gitmeli ve Rum’ların bazı bölgelerle ilgili isteklerini karşılamalıdır” diyordu. Bu isteğini “baş üstüne ve derhal ayakaltına” diye yanıtlıyoruz. Hızını alamamış olacak ki, “yeni çaba başarısız olursa, 1974’den sonra ilk kez daha ne yapacağımızı bilemeyeceğiz. Bu durum Kıbrıs sorununda da bir dönemin sonu olabileceğini” söylüyordu.
Müzakerelerin geleceği belirsizliğini korurken “Kıbrıs Türk’leri toprak konusunda verdikleri haritadan öteye gitmeli” diyen bu Bay’a “Allah versin başka kapıya” demek gerekiyor mu ne…
SEVGİ ile kalınız…
07 Eylül 2018 - Ankara -