Atatürk’ün sanata ve sanatçıya olan ilgisi ve destekleri hep bilinir.
Atatürk’ün bakmak ile görmek arasındaki farkı en anlamlı şekilde ifade eden bir anısını paylaşmak istedim.
Türkiye’de ilk resim sergisini açan Atatürk sadece açılışını yapmakla kalmaz,
yapılışı sanat dünyasında olay olan “Ankara Sergi Evi”nde düzenlenen tüm
resim sergilerini de ziyaret eder.
***
Ama ilginç olan bu ziyaretler öyle gelişigüzel yapılmamaktadır. Her alanda
olduğu gibi bu anlamda da çok ince bir strateji uygular. Sergilere ya açıldığı gün, ya da kapanış günü gitmektedir. İlk gün gitmesinin nedeni, köşke kendi şahsi parası ile bazı eserleri aldıktan sonra bu sergideki tabloları yakınlarına veya bakanlara, bakanlıklara alınması yönünde tavsiyelerde bulunarak sanatçının yüreklendirilmesini sağlamak; son gün gidişi ise eğer satılmayan kıymetli tablolar varsa onlardan bir kaçını alarak sanatkarın çalışmalarının devamını sağlamak içindir.
***
1935’te ünlü ressam Şevket Dağ bir resim sergisi açar. Fakat eserleri alıcı
bulamamış, masraflarını bile çıkaramamıştır. Atatürk bu sergiye kapanışından
bir gün önce ziyarete gelir. Türk resim tarihinde abideler, çeşmeler, sebiller
türbe ve camiler ressamı olarak tanınan üstadın tablolarını uzun uzun
seyrettikten sonra hepsinin yerinde olması dikkatini çeker. Şevket Dağ’a
-Milli Eğitim Bakanı geldi mi? diye sorar
-Geldiler paşam.
-Milli Savunma Bakanı
-Geldiler Paşam.
Arkasından tüm bakanları tek tek sayan Atatürk hepsinin geldiğini öğrendikten
sonra son olarak
-Peki… Başbakan da geldi mi üstat?
-Evet, sayın Başbakanımızda teşrif ettiler efendim
Atatürk uzunca bir süre adeta hüzünle üstada bakar ve acı acı gülümser Bu kadar “BAKAN” geldi de içlerinden bu güzelim eserleri hiç “GÖREN” olmadı mı üstadım der. Genel sekreteri Hasan Rıza Soyak’a dönerek:
- Biz bu şaheserleri Çankaya’ya götürelim de daha yakından zevkle izleyelim
der.
Sonra gözleri dolu dolu olmuş, heyecandan elleri titreyen Şevket Dağ’ın
omzuna elini koyarak:
-Sen hiç ara vermeden bu muhteşem eserlerini yapmaya devam et üstat
diyerek sergiden ayrılır.
Ülkesinde yetişen değerli bir sanatçısına bir insan bundan daha başka nasıl
ümit olabilir ki…”Bakmak ile görmek” uyarısını bu kadar nazik bir şekilde ileten, “sadece bakmakla” yetinmeyerek zaman ve şartlar arasındaki ilişkiyi çok
boyutlu bir perspektiften “görebilmeyi”de başarmış bir dahi.
***
Bu stratejilerin öyle birdenbire değil, Cumhuriyetin ilanından çok önce
kafasında oluşmuş olduğunu ise döneminin en ünlü hattatı olan Macit Ayral’ın
başından geçen olayda görmekteyiz. Çanakkale savaşı başlar başlamaz Macit
beyde cepheye koşar. Savaş derince kazılmış siperlerde devam ederken, Macit
bey sıtmaya yakalanır. Askere moral olsun diye sıtma nöbeti gelmediği
zamanlarda yaptığı güzel yazı örneklerini siperlerin duvarına asmaktadır.
Mustafa Kemal siperleri teftişi sırasında bu güzel hat eserlerini görür ve çok
beğenir. “kimin eseri ?” diye sorunca Macit Ayral kendisinin olduğunu ifade
eder. “Senin burada ne işin var. Bunlar sanat eseri yazılar. İstanbul’a dön ve
eserlerini vermeye devam et. Burada binlerce gönüllü Mehmetçik var ama bu
kadar güzel yazıları çizen sanatçıyı bu ülke çok zor bulur. Sana asıl savaştan
sonra ihtiyacımız olacak, asıl görevini o zaman yapacaksın” der.
“Savaştan sonra” yani savaşı nasılsa kazanacağız, ondan sonraki ilerlemelere de
şimdiden hazırlanmak lazım. Mehmetçiğe nasıl bir moral. Sanatçıya ve sanata nasıl bir saygı. Atatürk’ün bu hassasiyeti daha sonra dünyanın böyle müthiş bir hat sanatçısını tanımasına vesile olacaktır.