Başkan Atak, ‘‘Yıllardır da savunma sanayii sektörü olarak çok hızlı gelişmemize rağmen, kamuda şu anda bu cevherin değeri tam olarak bilinmiyor. Dünya çapında birçok ülkenin kendi savunma sanayiine vermiş olduğu değeri ülkemizi yönetenler veremiyorlar’’ dedi.
‘DRAMATİK BİR ŞEKİLDE GERİYE GİDİYOR’
Yıllarca toplumda savunma sanayii işçilerine bir özenme vardı. Birçok vatandaş, maaş ve sosyal hakları nedeniyle savunma sanayiinde işe girmek istiyordu. Son dönemde bunun değiştiğini görüyoruz. Bunun nedeni nedir?
Temeli şöyle. Artık son yıllarda birinci öncelikli olarak kamuya gerekli hassasiyetin gösterilmemesi ve yıllardır da savunma sanayii sektörü olarak çok hızlı gelişmemize rağmen, kamuda şu anda bu cevherin ve değerin tam olarak bilinememesi. Bilinemediği için de sıradan diğer sektörlerle aynı kategoriye konulup bu kategoride değerlendirilmesi. Bu nedenle savunma sanayiinin ciddi anlamda, hala aynı işi aynı önemi korumasına rağmen çok dramatik bir şekilde geriye gittiğini görüyoruz. Ben bunu görüyorum. Aslında burada, normal şartlarda eğitim anlamında da biz genel olarak eğitime yönelik olarak, eğitimli insanların buraya girmesine vesile olan bir kurumduk. Bu ne demek? İşte belli bir şart aranırken, ilk şart, bazı üniversitelerin ya da bazı meslek yüksekokullarının ya da bazı meslek liselerinin bölümlerinden mezun olmak ve bu mezuniyetinde de belli bir puanın olması ya da KPSS puanının olması. Son yıllarda bu bahsettiğim önemsizleştirme ya da önem verilmemesinin bir göstergesi de bu. Biz bu şekilde işçi alırken, bir anda kura gibi stratejik önemi olan, kritik önemi olan iş yerlerine yapılmaması gereken işçi alımına döndük ve öyle olunca da tabii ki kimseyi bu anlamda küçümsemek istemiyorum ama bazı iş yerlerine bazı kabiliyetleri olan, yetenekleri olan ya da o kısımlara yatkın olan insanları almak kadar doğal bir şey olamaz. Bunu yapmanız gerekirken, bunu yapmamaya başladınız. Bu da az önce belirttiğim gibi, aslında bir bakış açısını yansıtıyor. Burada bize göre yanlış olan ve acilen düzeltilmesi gereken hatalı bir bakış açısını yansıtıyor. Biz bunu hissediyoruz. İliklerimize kadar hissediyoruz. Ve sürekli olarak da anlatmaya çalıştığımız konulardan bir tanesi de bu. Düşünün, yani bundan üç dört yıl öncesine kadar siz KPSS'den belirli bir çıtayı geçmesini istiyordunuz aldığınız insanların. Hatta bunun yanında yabancı dil sınavından belli bir puanı geçmesini istiyordunuz ve ona göre işçi alıyordunuz. Çünkü ne iş yaptığınızı hepiniz biliyordunuz. Hala da aynı noktadayız. Bu şekilde alınması gerekirken, bundan da vazgeçildi. Bu bizim için çok önemli bir kan kaybı. Ve tekrar söyleyeceğim bunu. Dünya çapında birçok ülkenin kendi savunma sanayiine vermiş olduğu değeri, o kıymeti ülkemizi yönetenler veremiyorlar. Bunun farkında değiller. Tabii bunun bir sebebini ben şuna bağlıyorum. Özellikle 15 Temmuz’da Türkiye’de vahim bir durumun yaşanması en fazla da bizim gibi iş yerlerini etkiledi. Hepimiz mesela siviliz, işçiyiz ama biz asker değiliz. Fakat genel bir güvensizlik kamuoyunda oluşup, o güvensizlik devletin her kademesine yansıtıldı gibi. Bunun da olmaması gerekiyordu. Bu da bizi savunma sanayi anlamında geriye götüren faktörlerden bir tanesi. Şimdi, elbette ki dünyada şunu kabul etmek mümkün değil: Dünya değişirken sivilleşme, demokratikleşme, bunu hepimiz savunuyoruz. Askeri vesayetin, askerin, işte Cumhuriyetin kurucuları Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere, ne demiş? ‘Kışlaya siyaset girmemesi gerekir’ demiş. Bunu içinde yaşadığınız zaman çok net görüyorsunuz. Çok iyi anlıyorsunuz. Asla kışlaya siyaset girmemesi lazım. Kışlanın da siyasete girmemesi lazım. Ters anlamda. Askeri vesayeti kesinlikle savunmuyoruz ama 15 Temmuz'da yaşanan, ülkemizin hani bölünmez bütünlüğüne karşı yapılan o girişim maalesef en fazla da bu askeri iş yerlerinde çalışan askere bakış açısından kaynaklı bir algıyı değiştirdi. Bu algı da bu değersizleştirmenin bir adımı diye düşünüyorum. Ama buralarda, özellikle burada yıllarını vermiş, çalışan, emek sarf eden, evine ekmek götüren bir işçi olarak, işçi kimliğiyle söylüyorum bunu, Sendika Başkanı'ndan daha çok. Kesinlikle doğru bir yaklaşım değil. Kesinlikle yanlış bir yaklaşım ve mutlaka düzeltilmesi, mutlaka değiştirilmesi gerekiyor.
‘İŞ YERİNİ SAHİPLENMEK ZORUNDASINIZ’
Savunma sanayiinde işçi alımı konusunda sıkıntılar yaşanıyor mu? Yaşanıyorsa bu sıkıntılar nelerdir?
İşin idamesi anlamında şimdi bizde nasıl oluyor? Belki işi yapacak insanların kapasitesi belli. Yıllardır biz TIO dediğimiz, "Technical Order" denilen TIO'larla çalışıyoruz. İşte Amerika Birleşik Devletleri'nden bize gelir mesela F-16 parçası, onarılacak. Diyelim ki bobinlerle ilgili bir işlem yapacaksınız. Yani iniş takımlarıyla ilgili. Hangi işin ne kadar sürede kaç tane personelle yapılacağı zaten belli. Şimdi siz buradan personel azaldığında, personeli eğer oraya idame anlamında almazsanız, devam etmezseniz ne yaparsınız? Yavaş yavaş orada önce iş gücü anlamında sıkıntı çekersiniz, işi uzatırsınız. Sonrasında eğer işçi almamaya devam ederseniz bu sefer kabiliyetinizi giden işçilerden dolayı kaybetmeye başlarsınız ve yaptığınız iş, belli bir süre sonra yapılamaz hale gelir. Bunu da ne yaparsınız? Yapabilmek için tutarsınız, ya özel sektöre verirsiniz ya da yeni bir altyapıyla işte oluşturulmuş bir iş yeri oluşturmak zorunda kalırsınız. Ama bu, havacılık sektöründe inanılmaz zor bir şey, inanılmaz problemli bir şey. Yani bizi Arçelik gibi ya da Eti gibi diyelim, yan sanayisi olan, yan sanayisi gelişmiş yerler olarak görmeyin. Siz uluslararası anlaşmalar yapıyorsunuz, uluslararası anlaşmalarda da bazen bu işleri hangi fabrikaların yapacağı nokta atışıyla belirleniyor. Örneğin 1’inci Hava Bakım Fabrika Müdürlüğü'ne F-16’lar gelecek, yapmış olduğumuz bazı anlaşmalar var, biz yapmak zorundayız. Bunu isteseniz de başka yere yaptıramazsınız. O nedenle de bu iş yerini siz bir şekilde sahiplenmek zorundasınız zaten. Belki işin içinde olmayan insanlar tarafından bu dışarıdan farklı görülüyor olabilir. "Ya ne olacak, işte bunu TEI de yapabilir, TAI de yapabilir ya da özel sektör yapabilir," diyelim. Ama ben şimdi söylüyorum mesela, Türkiye'de F-4 ile ilgili, F-16 ile ilgili kaç tane yetişmiş personel bulabilirsiniz, tecrübeli personel? Hadi bulalım bugün. Buyurun, bulalım. Bir tane makine mühendisi bulalım, F-16 üzerinde 20 yıldır çalışmış. Öyle bir personel yok. Ama senin elinde var. Elinde var, Hava Kuvvetlerinin içerisinde var. Zaten çalışıyor bu adam. O tecrübeyi vermişsin, o eğitimi vermişsin. Yıllardır o adamı bu noktaya getirmişsin. Niye kaybediyorsun ki bu adamı? Kaybetme. İşçi alımı konusunda şöyle bir sıkıntı yaşıyoruz. Düzenli bir işçi alımının yerine bize, aslında bizim de onaylamadığımız, yani çok da istemediğimiz bir süreç yaşandı. Mesela iki yıl önce Makine Kimya Endüstrisi'nde bir özelleştirme hareketi yaşandı. Oradaki işçilere savunma sanayiinde istediği yerlere geçmek için tayin hakkı verildi. E ne oldu? Burada, hiç savunmada çalışmamış, bizim işlerimizi yapmamış arkadaşlarımız buraya adapte edilmeye çalışıldı. Mesela bu da iş yerini sıkıntıya sokan konulardan bir tanesiydi. Ya da yakın zamanda şunu söyleyeceğim: Milli Savunma Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı ile bir anlaşma yapmış. Bizim yasalarda hiç tanımlanmayan, iş yeri tanımına uymayan Hakkâri ve Şırnak illerinde Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı okullara tamire, yıllardır uçak üzerinde çalışmış ya da onun eğitimini almış insanlar gönderilmeye çalışılıyor. Onlara deniliyor ki, "Kalkın Hakkâri'ye, Şırnak'a gidin." Böyle mantıksızlık olamaz. Yani diyoruz ki, hayır, bunu yapmayın. 5 kişi de gönderseniz, bizim şu anda 1850-2000 arasında bir üyemiz var, öyle söyleyeyim Eskişehir genelinde. Bu üyenin arasında 5 tane insan da buraya gönderseniz, şu algıyı oluşturuyorsunuz: "Kardeşim, ben sana bu kadar önem veriyorum, istediğim yerde çalıştırırım, istediğim yere götürürüm." Halbuki hayır. Yani bunun bir kuralı var, kaidesi var. İşte mesleki olarak ben belli bir eğitim aldıysam, sivil havacılık meslek yüksekokulundan mezun olduysam beklentim nedir? İş yerinde bu işi yapmaktır. Siz basınla ilgili bir eğitim aldıysanız, basında çalışmayı beklersiniz. Bunun gibi yani. Siz beni tutup da farklı bir iş koluna ait bir yerde çalıştırmamalısınız. Çalıştıramazsınız da zaten. Ama her şey o kadar bozulmuş vaziyette ki bunu düzeltmek çok da zor gözüküyor. Nasıl düzeltilir? İnanın, bunu ben de bilmiyorum. Acayip, insanı yoran bir süreç, zorlayan bir süreç. O nedenle de işte sendikacılık, kolay dönemde herkes tarafından yapılabilir ama zor dönemde meseledir yapabilmek. Şu anda biz o zorlu dönemleri geçiriyoruz. Buradan da başarılı çıkmak için elimizden geleni yapıyoruz.
‘SİYASİ OTORİTELERİN KONTROLÜNE GİRMİŞ VAZİYETTELER’
Zorlu dönemler demişken, yaklaşık 2 bin üyenizin tamamının katıldığı eylemler düzenliyorsunuz. Bu eylemlerde en çok duyduğum sloganlardan biri de ‘Harb-İş burada Türk İş nerede?’ oluyor. Bunun nedeni nedir?
Vallahi şöyle, Türkiye’de ben çok siyasete girmek istemiyorum bu konuda ama sivil toplum örgütleri, meslek örgütleri, sendikaların birçoğu, maalesef belli siyasi otoritelerin kontrolüne girmiş vaziyette. O nedenle de artık bağımsız yapıları da kaybolmuş. Kaybolmasına bağlı olarak da seslerinin çıkmadığını düşünüyorum. Yani buna konfederasyonlarımızı da katıyorum. Özellikle biz iki tane seçim geçirdik. Biliyorsunuz, çok yakın zamanda bir genel seçim, bir de yerel seçim. Hem genel hem de yerel seçimde çok net bir şekilde iradeyi, üyenin bu duruma geleceğini, kamu işçisinin maaşlarının dip noktayı göreceğini anlamak için müneccim olmaya gerek yok. Bu işin içerisinde olan herkes bunu biliyordu. Bunu, genel merkez yönetimlerinin, ellerinde her türlü araştırma imkanı olan, Türkiye’de gündem olup da açlık ve yoksulluk sınırını açıklayan Türk-İş’in bilmeme ihtimali yok. Fakat hükümete karşı o bağımsızlığını koruyamadıklarından kaynaklı irade koyamamaları ve alana çıkamamaları bizi de etkiledi. Türk İş’e bağlı birçok sendika o noktada, konfederasyonlardan talimat gelmediği sürece adımını atmıyor. Bence bu da yanlış. Sonuçta basın açıklaması yapmak, örneğin ben Eskişehir’de üyemin düşüncelerini, üyemin yaklaşımlarını ve en önemlisi de karşılaştığı sorunları paylaşmak gibi bir görevle mükellefim. Bu benim görevlerimden bir tanesi. Bunu da basın aracılığıyla duyurmak anayasal hakkım. Yani basın açıklaması yapmak anayasal hakken, herhangi bir yerden izin almamıza gerek yok. Fakat tutup konfederasyon buradaki şubelere kadar, "Hayır, bunu yapmayacaksınız. Adım atmayacaksınız," diyor. İşte bizim en son Emek Nöbetimize gelen sendika sayısı bir veya ikiyi geçmiyor. Desteğe sendika gelmiyor. Niye? Çünkü kendi genel merkezinden Türk-İş'ten korkuyor, Türk-İş de hükümetten. O anlamda şunu söyleyeceğim. Bu ülkenin çok üst seviyede demokratikleşmeye ihtiyacı var. Bu demokratikleşme ki ben kamuda çalışan bir insan olarak şunu söyleyeceğim, yaşadığımız sıkıntı göründüğünden çok daha büyük, çok daha fazla. O yüzden böyle feryat figan sürekli olarak bir şeyleri söylemeye çalışıyoruz. Bırakın sendikalar istediğini söylesin, söylemeli. Yani siz bir emek örgütü olarak kendinizi görmeyip de "Aman ben bu açıklamayı yaparsam hükümet bana ne der?" ya da işte sadece hükümet anlamında söylemeyeyim, bazı yerlerde de “Yerel yönetimler bana ne der” diyeyim. Çünkü bütün siyasileri de katıyorum. Bazı yerlerde de yerel iktidarlar aynı zamanda kontrolü almış vaziyette. "Bunlar bana ne der? Benim karşımda dediklerimi yapmazlar," diye düşündüğünüz an, siz üyenizin değil, başka birilerinin dediğini yapmaya başlıyorsunuz. Şu anda biz Eskişehir Şubesi kurulları ile birlikte sürekli olarak alanda işçilerimizle görüşüyoruz. Biz Türk Harb-İş Sendikası Eskişehir Şubesi yazarız basın açıklamalarımızın altına. Ben sadece sözcü gibiyim. Açıklama yapıyorum. Üyemizin bize vermiş olduğu doneler doğrultusunda, ne diyorsa yaşadığı bütün sıkıntıları aktarmaya çalışıyoruz. Öbür türlü bugün aklımıza şu geldi: "Hadi biz birilerine muhalefet olalım, birilerine laf çakalım, laf söyleyelim," diye alana girmiyoruz. Türk-İş'le de bu anlamda çok ciddi bir problem yaşıyoruz. Türk-İş’in bana göre son dönemlerde yapmış olduğu çok ciddi hatalar var. Yani özellikle Ocak ayında bu sene, ben bunu kendilerine de içinde bulunduğumuz toplantılarda ifade etmeye çalıştım, 29 Ocak’ta aslında kamuoyuna bir eylem planı açıklayacağım diye Ankara’da toplantı gerçekleştirdi. Eylem planı açıklayacağım diye birçok sendikanın, başta Harb-İş’in eylemlerini durdurmasına neden oldu. Ama gitti, ek çerçeve protokol imzaladı. Bu büyük bir kırılma noktasıydı. Türk-İş görüyorsunuz, yine eylem planları açıklıyorlar. Üyeyi alana çekmek çok zor. İnsanların umudunu tekrar yeşertmek çok zor. Çünkü insanlar büyük bir hayal kırıklığı yaşamış vaziyette. Bunu da bizzat sendikalar yaşattı. Ben kendimi de ayırmıyorum bu noktada. Bizim de belli bir hatamız vardır belki ama biz o noktada farkındalık yaratmaya çalışıyoruz. Sendikacılık anlamında da arkadaşlarımıza da söylüyoruz. Sendikacılık görevi yapan bütün arkadaşlarıma da burada sesleniyorum. Biz bunu yapmadığımız sürece hiçbir zaman yukarıda istediğimiz noktaya ulaşamayacağız. Yani özlük hakkı açısından, her anlamda söylüyorum bunu. Kesinlikle o noktaya ulaşamayacağız. Ses çıkartmamız ve şu anda aşağıda yaşanan o büyük yangını yukarıya iletmemiz gerekiyor.
‘YÜZDE 15’TE SABİTLENMESİ BİZİ KURTARMAZ’
Gelir vergisi nedeniyle savunma sanayii işçileri herhangi bir adaletsizlik yaşıyor mu?
Kesinlikle yaşıyor. Fakat şöyle, onu da belirtmek istiyorum. Özellikle bu güzel bir soru bence. Şimdi mesela Türk-İş bugünlerde eylem yapıyor. Eylem kararı aldı. Ben dramatik bir şekilde şunu görüyorum. Türk-İş’in eylem kararı almasının sebebi sadece 4-5 puanlık farkın işçiye verilmemesi. Önce bunu açıklayacağım müsaadenle. Sadece 4-5 puanlık Eylül’de ilave bir zam isteniyor. Bunu verselerdi aslında, Türk-İş ve Hak-İş’in hiçbir eylem yapacağına inancım yok. Yapmayacaklardı. Hükümet tarafından bu noktada bile dirsek gördükleri için bunu yapmak zorunda kaldıklarını düşünüyorum. Mecbur kaldılar yani, bir şekilde o noktada eylem yapmaya. Ben buna da çok geç kalınmışlığın neden olduğunu düşünüyorum. Eğer genel ve yerel seçimlerden önce iradeyi koyabilselerdi ya da eylem süreçleri o zaman başlasaydı, sesimizi yukarılara duyurabilseydik, çok daha farklı olacaktı. Bugün bunları konuşmuyor olacaktık. Şimdi gelir vergisine geleceğim. Gelir vergisinde evet, gerçekten Türkiye'de çok ciddi anlamda büyük bir adaletsizlik var. Yani bu adaletsizlik de her geçen yıl biraz daha büyüyor. Biz daha öncesinde yüzde 20’lik dilimlere Haziran-Temmuz ayında girerken, bazı arkadaşlarımız yüzde 27’lik dilime hiç giremezken, şu anda yüzde 27’lik dilime ulaşmış vaziyetteyiz. Ocak ayı geçiyor, hemen ikinci ayında artık yüzde 20’lik dilime giriyoruz. Yüzde 15’ten yüzde 20’ye çıkıyoruz. Türkiye'de zaten dolaylı vergilerin yüzde 60-70 oranlarına ulaştığı bir dönemde, bizden maaşta bordromuzda direkt alıyorsunuz. Biz tüketirken bunun hepsini ödüyoruz. Burada mutlaka bir düzenleme yapılması gerekiyor. Ancak söylemem gereken şu. Artık belki 1-2 sene önce gelir vergisinde bir düzenleme yapılabilseydi, başarılabilseydi bu bizi biraz rahatlatacak rakamlardı. Şu anda gelir vergisinde yapılacak yüzde 15’te sabitleme gibi rakamlar da artık bizi kurtarmıyor maalesef. Diyeceksiniz ki ya uçurum bu kadar mı açıldı? Evet, uçurum bu kadar açıldı. En az, çarşıda pazarda şu anda gündem olan işte gerçek enflasyon nedir? Yüzde 70-80. Hakikaten de böyle. Bunun üzerine de en az bir 20 puan refah payı koyulup, aldığımız ücretler yüzde 100 arttırılmadığı sürece bizim hiçbir şekilde rahatlama şansımız yok. O nedenle de hani bize gelir vergisinde bir düzenleme yapalım, yüzde on 15’te sabit tutalım ya da yüzde 24,73’ten 4-5 puan alalım. Bunlar sadece günübirlik ağrı kesici niteliğinde çözümlerdir. Asla yapısal ve kalıtsal çözümler değildir. Bunun da zaten işçi sınıfları tarafından kabul edilecek bir tarafı yok. Yani birazcık kamudaki işçilerle görüşülse zaten. Hadi biz diyelim ki bu işte doğru tespit yapamıyoruz, doğru analiz yapamıyoruz. Aşağıdaki tabanıyla işçilerle görüşüldüğünde, benim zaten neler söylediğim çok net bir şekilde anlaşılacaktır diye düşünüyorum.