Su, yaşamın temel kaynağı olmasına rağmen, iklim değişikliği, nüfus artışı ve yanlış kullanım gibi faktörler nedeniyle giderek azalan bir kaynak haline geldi. Dünya üzerindeki suyun sadece yüzde 2,5'i içme, tarım ve ekosistemlerin sürdürülmesi için gerekli olan tatlı sudan oluşuyor. Ancak bu tatlı suyun büyük bir kısmı -yaklaşık yüzde 68,7’si- buzullarda ve buz örtülerinde hapsolmuş durumda. Yaklaşık yüzde 30’u yeraltı suyu, geriye kalan yüzde 1’den az kısım ise nehirlerde, göllerde ve atmosferde bulunuyor. Dünyadaki toplam su kaynağına kıyasla çok küçük bir miktar olan bu oran, ekosistemin en değerli kaynağını korumanın önemini bir kez daha hatırlatıyor.
Bugün, dünya çapında milyonlarca insan temiz suya erişimde zorluk çekerken, sanayi, tarım ve ekosistemler de su kıtlığından olumsuz etkileniyor. Bu nedenle, 22 Mart Dünya Su Günü, su kaynaklarının korunması ve verimli kullanımına yönelik farkındalığın artırılması açısından büyük önem taşıyor. Tatlı su kaynaklarının sürdürülebilir bir şekilde yönetilmesi, yalnızca bugünün değil, geleceğin de en büyük gündem maddelerinden biri olarak öne çıkıyor.
Avrupa Çevre Ajansı’nın (EEA) 2024 raporuna göre, su kıtlığı riski, Avrupa kıtasının topraklarının yüzde 20’sini ve nüfusunun yüzde 30’unu etkiliyor. Artan su talebi ve su kaynaklarının azalması, ekonomik ve sosyal açıdan ciddi riskler doğuruyor. Su kaynaklarının tükenmesi, tarımsal üretimi olumsuz etkilerken, sanayi ve enerji üretiminde de aksamalara yol açıyor. Bu durum, suyun verimli ve sürdürülebilir yönetimini de zorunlu hale getiriyor.
Gelecek 100 yılın kaderini belirleyecek olan suyun gerçek anlamda sürdürülebilirliğini sağlamak için başta büyük endüstriler olmak üzere herkesin elini taşın altına koyması gerektiğini kaydeden SmartS Mühendislik Kurucusu ve Genel Müdürü Altuğ Bilgiç, su arıtmanın kritik rolüne dikkat çekerek şunları söylüyor:
· Tatlı su kaynaklarının tükenmesi, sürdürülebilir olmayan uygulamalar ve çevresel değişikliklerin birleşimiyle giderek daha büyük bir tehdit haline geliyor. Yeraltı sularının aşırı pompalanması, tarım, sanayi ve kentsel gelişim için ihtiyaç duyulan suyun doğal yenilenme hızından daha hızlı tüketilmesine neden oluyor. Buna ek olarak, sanayi atıkları, tarımsal kimyasallar ve arıtılmamış kanalizasyon gibi kirleticiler, nehirleri, gölleri ve yeraltı sularını kirleterek tatlı su kaynaklarını kullanılamaz hale getiriyor.
· Ormanların azalması ve habitat tahribatı, su döngülerini bozarak toprağın suyu tutma ve arıtma kapasitesini azaltırken, iklim değişikliği de tatlı su kaynaklarını tehdit eden önemli bir faktör olarak öne çıkıyor. Artan sıcaklıklar kuraklıklara yol açarken, yağış düzenlerindeki değişiklikler bazı bölgelerde su kıtlığına neden oluyor. Ayrıca, tatlı su rezervi olarak işlev gören buzulların erimesi de su kaynaklarının azalmasını tetikliyor. Kentleşme ve nüfus artışı da su kaynakları üzerinde büyük bir baskı oluşturuyor. Büyüyen şehirler su talebini artırırken, doğal alanların beton ve asfaltla kaplanması, yeraltı sularının yenilenmesini engelliyor. Tarım sektörü ise küresel ölçekte en büyük tatlı su kullanıcısı olup, verimsiz sulama yöntemleri ve su tüketimi yüksek mahsuller nedeniyle ciddi miktarda su israfına yol açıyor.
· Bunun yanı sıra, büyük baraj projeleri nehirlerin doğal akışını değiştirerek suyun aşağı havzalara ulaşmasını zorlaştırıyor ve ekosistem dengesini bozuyor. İstilacı bitkiler ve hayvanlar da tatlı su ekosistemlerini tehdit eden bir diğer unsur olarak öne çıkıyor; bu türler, su kaynaklarını aşırı tüketerek veya su kalitesini olumsuz etkileyerek yerel ekosistemleri tahrip edebiliyor.
· Tüm bu faktörler bir araya geldiğinde, tatlı su kaynaklarının hızla tükenmesine ve küresel ölçekte su krizi riskinin artmasına neden oluyor.
Su arıtma, tatlı su kaynaklarını korumada ve genişletmede kritik bir rol oynuyor
· Arıtma tesisleri, kirlenmiş suyu zararlı bakterilerden, kimyasallardan ve diğer kirleticilerden arındırarak güvenli hale getiriyor. Böylece nehirler, göller ve yeraltı suları gibi kaynaklar, temiz su teminine katkıda bulunmaya devam ediyor. Bunun yanı sıra, arıtılmış atık suyun geri dönüştürülmesi ve yeniden kullanımı, özellikle sulama ve sanayi gibi alanlarda su tüketimini azaltarak doğal tatlı su kaynakları üzerindeki baskıyı hafifletiyor. Bu süreç, su kıtlığını önlemeye yardımcı olurken ekosistemleri de koruyor. Arıtılmış suyun doğal sistemlere geri salınması, su habitatlarının sağlığını destekleyerek çevresel sürdürülebilirliği güçlendiriyor. Özellikle su kıtlığının yaşandığı bölgelerde ve kentsel alanlarda, su arıtma sistemleri hayati önem taşıyor.
Su kıtlığıyla mücadelede en önemli gelişim alanları; su tüketiminin daha verimli ve ekonomik hale getirilmesi ile kullanılan suyun arıtılarak yeniden kullanıma kazandırılması olarak değerlendiriliyor.
Su yönetiminde kritik bir rol üstlenen pompalar, küresel enerji tüketiminin yaklaşık yüzde 10’unu oluşturmakla birlikte sürdürülebilirlik alanında oldukça önemli bir etkiye sahip. Su kıtlığıyla mücadelede kritik role sahip temiz su ve atık su arıtma tesislerindeki en büyük enerji tüketicilerden biri olan pompaların verimliliklerinin artırılması da enerji maliyetlerini önemli ölçüde düşürüyor.
Su döngüsü içinde çalışan pompaların birçoğu maalesef optimumun altında verimlilik seviyelerinde çalışıyor ve gerekenden daha fazla güç tüketiyor. Yeniden mühendislik çalışmalarıyla pompaların verimliliği yüzde 10’dan yüzde 50’ye varan oranlarda artırılabiliyor. Verimsiz pompaları yenileriyle değiştirerek hem gereksiz üretim enerjisi hem de doğal kaynakların fazladan tüketilmesi yerine, yeniden mühendislik ile mevcut pompaların verimliliklerinin küçük değişikliklerle artırılması mümkün. Bu da daha az enerji tüketerek daha fazla temiz su kaynağı elde etmek ve sürdürülebilir su döngüsü sağlamak demek.