-Öyle güzel anlatıyordu ki doğup büyüdüğü, çocukluk ve ilk gençlik yıllarını geçirdiği Tunalı Mahallesini… Adeta birkaç fotoğraf karesi gözümün önünde duruyor gibi. Yine de boş bulunup sordum, “sende o günlerden kalma foto/kart vardır sanırım:” Yanıtı, yazının içinde!..
-Ticaret Meslek Lisesi yıllarını anlatıyor, Lisenin atletizm ve de futbol takımında spor yaptığından bahsediyor. Bir ara o zamanların efsane Beden Öğretmeni takımın hocası Hüseyin Mor’un, kendisi sağın açıklarında top koştururken, “Sol açık” oynatmak istemesine geliyor sıra. O da!..
İnsan bastığı toprağı hor görmemeli;
Kim bilir hangi güzeldir, hangi sevgili,
Duvara koyduğun kerpiç yok mu kerpiç,
Ya bir şah kafasıdır ya da vezir eli.
Rahmi Emeç’le söyleşi için buluştuğumda, İnsancıl’a uğrayıp aldığım birkaç kitaptan biri de Ömer Hayyam’ın “Ruailer/dörtlükler”adıyla kitaplaştırılmış eseriydi. Kapakta “Hasan Ali Yücel Klasikler Dizisi” notunu da görünce, daha bir ilgimi çekmişti.
Akşam evde okurken, Rahmi’nin doğduğu semt Tunalı’dan, Eskişehir kent tanımına ulaşırken, babası Hüsmen Ağamın aldığı arsaya kondurduğu kerpiç evi anlatırken yaptığı değerlendirmeleri hatırladım. Yukarıdaki dörtlük başlangıç için tam oturacaktı. Ayrıca;
-Gazeteci, yazar, şair kimliğine de uygun düşecekti sanki!..
Kendisiyle ilgili kısa kesmiş özgeçmişini;
-Hüsmen’den olma, Fatma’dan doğma, 1959 Kasım’ında dünyaya gözlerini açan Rahmi Emeç.
Ailede üç kız kardeş de var. Babası ve annesi, Şumlulu. 1936’da Türkiye’ye göçenlerden. Hüsmen Bey Urla’ya, daha önce gelen tanışlarının yanına yerleşmiş. Kısa süre sonra da ayni şekilde Akşehir’de yerleşen büyüklerinin yanına gönderilmiş 17 yaşında…
Kentlerin de canı var.
Söyleşilerimde formatımıza uygun olarak bellekle ilgili sorularla başlarım ya, Rahmi, öncesinde şairane bin tarzda “Kente Bakışını” anlatmakla başlıyor;
“-Kentlerin insanlara benzediğini düşünürüm. Onların da bir canı var ama bizler gibi tek tek değil, kentte yaşayan insanların toplamından oluşmuş bir can. Sen ona iyi bakmışsan o da sana iyi bakar. Birlikte anılar çoğalır, birlikte yaş alırsınız. Eskişehirle bireysel yolculuğuma böyle baktım hep. Aslında ‘O ve Ben’ değil, bütün bir kent insanıyla yaşanmış, yaşanan zamanların toplamı.”
Anlatımının devamında “Kader çizgisi” deyimi gözüme ilişince duraksadım. Zira ilk kitabımın düzeltmelerini yaparken bu ‘deyimi ne kadar çok kullanmışsın’ türünden eleştiri getirmişti. Görünce gülümsedim. Bakalım o nasıl kullanmış!..
“Dünyayı değiştirip dönüştürürken, kimi zaman bir vaha yaratma peşinde koşan ve yazık ki tükettikçe hoyratlaşıp çöle çeviren bizler kentlerin ‘kader çizgisiyiz.’ Bu anlamda Eskişehir ‘iyi geçinmeye özen gösterdiğim’ bir nefes alanım oldu hep!”
Bilmem biz Eskişehirliler kentimize “iyi” bakabildik mi? Bunun karşılığında o bize nasıl bir “kentlilik ruhu” verdi. Bana kalırsa bu kente yaşayan insan kalitesi yaşadığı kente olabildiğince iyi bakmıştır.
-Değerlendirmek hemşehrilerimin takdiridir!
Tunalı’dan Eskişehir’e bakış.
Tunalı, sonraki yıllarda değiştirilen adıyla Kumlubel. 1960’ların Tepebaşı’sı, Esentepe’si, Bahçelievler’i, Çamlıca’sı gibi gelişen, genişleyen kentin “kenar” sayılabilecek semtlerinden biri. Sevgili Emeç, doğup büyüdüğü, çocukluk ve ilk gençlik yıllarını geçirdiği Tunalı’nın o zamanlarını şöyle anımsıyor;
“-Hemen yanı başında şehir çöplüğü vardı. Arka sokağımızda pancar tarlası, boş alanlarında da çingene çadırları ve tabii çamurdan sokaklar.”
Anlatırken, bilmez gibi boş bulunup sormuş bulundum!..
-Şöyle bir sokağını, sokaktaki evleri olsun gösteren fotoğraf var mı?
O hınzırca gülüşü ile “Ya Hüsnü Abi, o zamanlar kimde fotoğraf makinesi vardı ki” deyince, bana da “yeter, anlaşıldı” demek düştü.
Kuzineyle ısınıp, gaz lambasıyla…
Peki. orada “kerpiç, kerpiç üstüne” konularak yapılan evde geçen yılları nice anımsıyor Rahmi Emeç?
“-Günün birinde babam elimden tutup boş bir arsaya götürmüştü beni. Arsada kaba beyaz temel taşları, çatıda kullanacak ağaç gövdeleri ‘burası bizim’ demişti. Şaşkınlıkla ‘bizim olan’ arsaya bakakalmıştım.”
Tam “O inşaat malzemesini müteahhit getirmiş olmalı” diyecektim ki vazgeçtim! Cevabını tahmin etmiştim zira. “O zamanlarda inşaat müteahhidi mi vardı Hüsnü Abi!” demesinden çekinmiştim açıkçası.
-O ev, kerpiç kesilerek kerpiç, kerpiç üstüne konularak, Hüsmen Bey’in çalıştığı ateş tuğlasındaki arkadaşlarının imecesiyle yapılmıştı zira
Aile, bir sürede pencerelere cam yerine kalın brandalar çivilenerek konaklayacaktır yeni evlerinde. Ta ki marangozda kapı-pencereyi yerlerine monte edilene kadar!. Yakın-uzak komşularla ayni yaşamı paylaşarak. Burada sözü yeniden Emeç’e bırakalım:
_”-Kuzineyle ısıtılıp, gaz lambasıyla aydınlatılan, metal leğende yıkanılıp, aynı kabın içine kaşık sallanan bir ortam. Kış günlerinin yolu gözlenen sokak bozacısı, simidin sıcaklığının sepetinde gezdiren sokak simitçisi. Bir acıyı içimize akıtan sokak destancısı. Akşam mahallenin üstüne çöktüğünde fabrikadan bitkin dönen babamın erken gelen uykusu, bizim de sessiz bir gölge halinde bekleşmemiz. Televizyon yok o zamanlar. Radyoda dinlenen ajans haberleri, ardından radyo tiyatrosu ve daha saat on ikiyi bulmadan yer yatağına kıvrılıveren hane halkı.”
Hüseyin Mor Hoca’nın keşfi!
O dönemlerin kuşağından çocuklar, Rahminin deyimiyle “ Sokakta kurarlardı” yaşamı. Sokak deyince de akla gelen çocuk oyunları körebe, dama taşı, saklambaç yakan top gibi oyunlar. Ve elbet sokak futbolu!..
“-Biz erkek takımı daha çok futbol oynardık. Hafta sonları radyodan dinlediğimiz Eskişehirspor maçlarının heyecanını taze tutup, boş bir arsada kale direkleri yerine taş dikip kaleler kurarak çift kale maç yaptığımızı hatırlarım. Beşiktaş’a, Fener’e, Galatasaray’a özenmezdik, maç öncesi hangi takımı alacağımızı belirlerdik. Tabii bir taraf Eskişehirspor, karşı takım Es-Es olurdu. İkisi de ayni şey demekti ya, olsun!”
Futbolla bağlantılı olacak ki, öğrenim hayatına geçiş yapalım. Yavuz Selim İlkokulundan sonra Esentepe ortaokulu, ardından Ticaret Meslek Lisesi. Aktif öğrenimin yanı sıra aktif sporculuk da başlıyor. Lisenin atletizm, ayni zamanda futbol takımında. Beden Eğitimi öğretmeni, takımların çalıştırıcısı, Lisenin efsane hocalarından Hüseyin Mor’u anıyoruz, bir anısıyla birlikte:
“-Takımda sağaçık oynardım genellikle. Bir gün Hüseyin Hoca, bundan sonra solaçık oynayacaksın dedi. ‘Hocam, solum pek iyi değil” desem de ondan sonra solaçık oynattı beni”
Bir zamanların Galatasaraylı solaçığı Metin Kurt’u hatırladım ayni anda. Hani şu futbolcular için Sendika falan kurmaya kalkıp aforoz edilen Metin Kurt’u!.. “Rahmi, senin solaklığını ilk keşfeden rahmetli Hüseyin Mor olmuş” diyecektim ki yutkunup sustum!.. Ama devam sorusunda tongaya düştüm yine;
“-Hiç profesyonel futbolcu olmayı düşünmedin mi?
Aynı hınzır gülümsemeyle ironiyi yapıştırdı yine;
“-Hüsnü abi, o zamanlar Avrupa Liselerarası Futbol şampiyonası mı vardı ki kendimizi gösterelim!”
Yine de amatörde, İnönü Gençlik ve Etispor’da bir dönem futbol oynamış.
Dönemin ‘hoş geldisi’ ve gazetecilik.
Yazılı-sözlü anlatımı su gibi akıp gidiyor Rahmi’nin. “Sonra yıllar geçti tabii. Eskişehirle birlikte yaş almalar sürdü. Çocukluk ilk gençlik derken askerlik, İzmir Narlıdere ve Kıbrıs’ta, sonra şehre döndüm. 1981’in Kasım ayı idi hatırladığımca. 80 Darbesi olmuş, sıkıyönetim griliği çökmüştü her tarafa. Malum dönemin ‘Hoş geldisi’ yapıldı bana da! Biraz gözaltı biraz içerinin havası. Sonra İstikbal gazetesi” deyip, gazeteciliğe giriş yapıyor böylelikle.
O yıllarını ben de biliyordum elbet. Kendisi “yerel gazeteler” deyip geçiştirdi ama ben sayayım;
-İstikbal, Sakarya, Zafer Akbıyık’ın Son Haberi.
Sonrası Milliyet (MİL-HA) ve Hürriyet Haber Ajansları (HHA). Buralarda uzunca yıllar emek. O yıllar ve sonrasında kültür sanat dergilerine katkı. Orada öyküler, şiirler, deneme yazıları yayınlanması ve çok sayıda kitap. Bunları burada saymaya kalkışmak, ayrı konu. Elbet bu çalışmalardan sayısız ödül.
***
Son durak elbet evlilik ve meyveleri. Kadriye kardeşimle birlikteliklerinin başlangıcında, birazcık payım vardır. Ve iki güzel evlat. Gökçe kızımız Ege Üniversitesi Türk Dili Edebiyatı bölümünü bitirdi, yenilerde de O da bir yuva kurdu. “Umut Oğul” ise Uşak Üniversitesi Sinema Televizyon Bölümünde umut veren başarılarla son sınıfta.
***
Nefes nefese tamamladık bu söyleşiyi de!..
Söyleşi: Hüsnü ARSLAN