Neşe Hanım;
Doğumundan, Eczacılık Fakültesi dekanlığına tüm yaşamı bu topraklarda geçen bir Eskişehirli hemşehrimiz ;
Prof. Dr. Neşe KIRIMER
Neşe hanımın kısa özgeçmişini okuduğumda “demek, bilim insanı” olmak çileli bir yolculuk” demek. Amaca ulaşmada, “yılların bir birinin üstüne binmesi, iç içe geçmesi” gerek!..
-
Uzatmadan söyleyeyim, bugünkü söyleşi konuğum da; kökten, kökenden Eskişehirli bir bilim insanı. Üstelik de söyleşi dizimizin ilk kadın ismi;
-Prof. Dr. Neşe Kırımer.
Söyleşi yaptıklarımın her birinden kendi ifadeleriyle bir kısa özgeçmiş isterim. Neşe hanım da bir A4 kağıdının yarısını biraz aşkın tutmuş özgeçmişini ki;
-1952’den 2023’e uzanan bir ömrü özetleyivermiş!
Tahmin edileceği üzere, özetlediğinin çok büyük bölümü kariyer basamaklarını tırmanışını anlatıyor. Bu kez dikkatimi çekti. O da;
-Bilim insanlarının, kendi alanlarında ilerlerken nasıl da zorlu basamakları birer birer atlayarak hedefe ulaştıkları gerçeği…
İncelerken farkına vardım;
-Yıllar sanki birbiri üstüne binmiş, iç içe geçmiş gibi!..
Söyleşi sırasında bir ortak dost, arkadaşın da adı geçti elbet, Prof. Dr. Hüsnü Can Başer. İkisi de Eczacılığın ilk öğrencilerinden, oradan yetişme ilk öğretim üyelerinden. 10 yıl önceki kitabımda adaşım Başer’le yaptığım söyleşiyi hatırladım. Giriş cümlelerinden bir bölümü şöyleydi;
“Kendisinde bolca Eskişehir malzemesi olduğunu sanmaktayım. Üstelik iyi bir arşivci olduğu da aklımda. O rahatlıkla oturmaktayım karşısında! Ne ki aramıza, Eskişehir’de kendisi kadar ünlü bir 3. Şahsın gireceği hiç aklıma gelmezdi! Kimdi derseniz;
-O’nun için bir baba, benim için bir dost-ağabey Musa Başer..”
Bu yüzden olsa gerek, Prof. Dr. Başer pek beğenmemişti söyleşiyi!
***
Rastlantıya bakın ki Neşe hanımın merhum babası da benim için “bir dost, bir ağabey” idi. Bilenler, tanıyanlar olacaktır kendisini;
-Çarşı esnafından, manifaturacı Sami Aytaç!..
Yok, bu sefer kızıyla yaptığım söyleşinin arasına “3. şahıs olarak”girmesine izin vermeyeceğim!.. Vermeyeceğim çünkü;
-Sami Abiyle gıyabında bir söyleşi yapmayı düşünmekteyim!..
Anladınız siz onu!Neşe Kırımer, Sami Aytaç’dan olma Nazmiye Hanımdan 1952’de doğma bir hemşehri!.. Kendisini izleyen iki de kardeş var;
-Sevgi Meçik ve Metin Aytaç…
Unutmadan eklemeyim, aynı zamanda “Hısım” sayılırız kendisiyle;
-Kızımın kocası, damadım Prof. Dr. Oytun Meçik’in teyzesi olurlar…
Söyleşi konuğumla “aramıza bir üçüncü kişiyi sokmayacağım” dememe karşın, yine de bir kısa paragraf açmalıyım Sami Aytaç için.
Romanya’dan göç edip gelen bir ailenin çocuğu. Söyledik, kendisi Taşbaşı Çarşısı’nın sevilen esnaflarından değil sadece. Aynı zamanda. Sosyal hayatın da içinde. Örneğin, Eskişehirspor’un ilk yönetimlerinde görev alan biri. Bir başka örnekse, Orhan Oğuz Hoca’nın Akademiyi kurduğu ilk yıllarında, kedisine hedef koyduğu “Üniversite Kurma ve Yaşatma Derneğinin” yönetimlerinde de bulunmuşSami Bey.
‘İstanbul’u unut kızım!’
Neşe Aytaç’ın ilk ve orta öğretimi ve de Üniversite eğitimi Eskişehir’de geçer. İlkokul Adalet, or
kul ise “Eskişehir Kız Ortaokulunda” başlar Süleyman Çakır Kız Lisesinde devam eder. Kuşkusuz Lise öğrenimi de orada tamamlanacaktır. Bu noktada Kız ortaokulunu anımsıyoruz birlikte. Biz yaştakiler bilir, şimdiki Yunusemre Kültür merkezinin bulunduğu yerde iki katlı bir yapı idi o okul. Sıra gelir Üniversite eğitimine. Kendisi anlatsın;
“Lise de Fen derslerim iyi idi. O nedenle Üniversite sınavlarını kazanınca İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesine ön kayıt yaptırdık. Yaptırdık, diyorum babamla gitmiştik İstanbul’a. Eskişehir’e dönüyoruz otobüsle. Babam bir ara ‘İstanbul’u unut kızım’ dediğinde şaşırmıştım. Çünkü idealim, oradan mezuniyet ve sonrasında öğretmen olmaktı.”
Bende merak ettim Sami Ağabey’in kararının nedenini. Onu da Neşe hanım yorumluyor;
“-Yıl 1969. O sıralar öğrenci olayları başlamış değil ama hatırlarsınız. Hippiler ve modası pek yaygındı ve İstanbul’da da çokça bulunuyordu. Sanırım bundan etkilenmiş olmalı babam. Demişti ki; Eskişehir’de bir Akademi var, seç bir bölüm,git oku!”
Neşe hanım 18 yaş aklıyla düşünür, iktisat eğitimini kendine “uzak” bulur. O sıralarda İTİA’ya bağlanma aşamasında Hastaş Eczacılık ve Kimya yüksek okulları vardır. Bir ara Kimya’yı düşünse de, mezuniyet sonrası uzunca bir süre işsiz kalabileceği aklına gelir! “En iyisi Eczacılık” deyip kayıt yaptırır. Yaptırış, o yaptırış;
-40 yılı aşkın süre oranın öğrencisi, asistanı, doçenti ve Profesörü ve fakültenin dekanı olarak tamamlayacaktır kariyerini!..
Burada bir “geri dönüş” yapalım. Hani “idealim öğretmenlikti” demişti ya, devam etsin o halde;
“-Eczacılıkta ilk derslerimden biriydi. Hocamız, İstanbul Eczacılıktan gelen Prof. Dr. Adnan Ulubelen. Dersi verip, gitti. Çıkarken düşünüyordum; demek buradan da öğretmen olunuyormuş. O yolda devam edip gittim işte.”
Bir anekdot daha öğrencilik yıllarına ilişkin;
“-İlk iki yıl tüm derslerden sınavlarımız jüri önünde yapılıyordu. Bizim fakülte aynı zamanda taşrada (İstanbul, Ankara, İzmir dışında) açılan ilk Eczacılık fakültesidir. Doktoradan başlayarak akademik kariyerimde burada geçmiştir.”
Bu kariyere ilişkin bir not da bizden;
-Neşe Kırımer; Eskişehir Eczacılığın ilk kadın, aynı zamanda seçimle göreve gelen son dekanıdır.
Ne zaman? Fevzi Sürmeli ve Davut Aydın hocaların rektörlüklerine denk gelen süreçde...
Altın Havan’dan eski eczanelere…
Bu durumda “neden bir eczane açmadınız?” sorusu anlamsız olacaktı. Onun yerine “mezun olduğunuzda kaç eczane vardı Eskişehir’de ?” sorusuyla yoklamak daha mantıklı geldi bana.
-Hatırladığım kadarıyla 22 eczane.
Şu andaki eczane sayısı? Onu da bir meslektaşına sorduktan sonra yanıtlıyor;
-Ben 300’e yakın diyecektim ama, şu anda 340’a ulaşmış!..
Sayı, ilimizin artan nüfusuna göre normal mi, değil mi sormuyorum bile. Normal ki halen de merkezinde, ilçelerinde açılmaya devam etmekte!Bu arada kent belleğine yönelik bir başka not daha.
1920’lerin sonlarında Eskişehir’deki 5 Eczanenin sahibi ve adları şöyle;
1- Ömer Lütfi Eczanesi (Sakarya Caddesi)
2 –Merkez Eczanesi (Yusuf Kenan-Köprübaşı)
3- Sıhhat Eczanesi (Şehabettin Neşet_Odunpazarı)
4- Şifa Eczanesi (Şemsettin Tarlan –Köprübaşı)
5- Hacı Mustafa Ali Eczanesi- İstasyon Caddesi)
Bütün bunları nereden biliyor, diyebilirsiniz. Çünkü hocalığının son yıllarında uzmanlığından öte “Eczacılık tarihi” derslerine de girmiş, Neşe Kırımer. Eskişehir’e ait, eczacılığa dair daha pek çok araştırması var da, ayrı bir yazı konusu olmalı.
Pek çok kariyer ödüllünün yanı sıra onur duyduğu bir ödülü daha var Kırımer’in. O da “Altın Havan” ödülü. Basında da yer bulan hikayesi şöyle;
“-Dekanlığım sırasında aklıma geldi. Sıhhat Eczanesi’ni bilirsiniz. Rahmetli Ali Rıza Usluer’in sahibi olduğu. Eczanesini neredeyse bire bir Fakülteye taşımayı önerdim kendisine. “Ben öldükten sonra olabilir, ama ailem de izin verirse “ dedi. Ali Rıza bey 15 Mart 2010’da vefat edince aileyle görüştüm, kabul ettiler. Şimdi orası fakültenin nostaljik müzesi. Rahmetle anıyorum kendisini.”
Altın Havan! Bu çağrışımla eskiden eczacıların kendilerinin de bazı ilaçları yaptıklarını hatırlattım. “Evet Ama” dedi Kırımer Hoca;
“-Sanıldığı gibi eczacı kendi kafasına, yarattığı formülle ilaç yapmaz. Doktorun reçetesinde yazdığı formüle göre hazırlar ilaçları. Tabii şimdilerde kalmadı öyle bir yöntem.”
***
Öğretim üyesi kariyerinde üst basamaklara ulaşan Neşe Kırımer’i, bir parça da “çekirdek aile” yapısı ile tanıtıp, bitirelim.
O yoğun kariyer tırmanışı sırasında evlilik de ihmal edilmemiş kuşkusuz!. 1976’da Yüksek Kimya Mühendisi Hasan Kırımer ile gerçekleşiyor nikah. Hasan Bey emeklilikten sonra bir başka uğraş içinde. Folklorundan, yemeklerine varasıya, özetle “Tatar kültürüne” katkı anlamında pek çok kitabı bulunuyor. İlgi de görüyor elbet;
Evliliğin güzel meyveleri ise Ankara’da Bilgisayar Mühendisi BurakKırımer (1978) ve Anadolu Üniversitesi’nde psikolog Dr. Fulya Aydınlı(1988) kardeşimiz .Onlardan da birer torun armağan Kırımer çiftine;
-Korcan ve Edin…
Eksiğiyle, fazlasıyla bitirdik şükür!...
Söyleşi: Hüsnü Arslan