Birçok genç sanayicinin işine küserek yurt dışına gittiğine dikkat çeken Rallas, ‘‘Burada ortak bir hareketle, kuşak çatışmasını bitirip artık kuşak barışmasına geçmemiz lazım bizim. Bunu da şehrin önde gelen sanayicilerinin mentörlükleriyle yapabileceğimize inanıyorum ben’’ dedi.
İŞİNE KÜSÜP GİDEN GENÇ SANAYİCİLER VAR
Her geçen gün genç sanayiciler aranıza katılıyor. Genç sanayicilerin yaşadığı en büyük sorunlar neler?
Şöyle aslında, üretim sektörünün önemini özellikle pandemide anladık. 1,5-2 yıllık kısa bir dönemdi. Onun haricinde, biz üreticiler olarak, maalesef hizmet sektörü ve işin ticaret tarafı çok daha değer görüyor gibi hissediyoruz. Çünkü üretim tarafında gerçekten gün içerisinde çeşitli zorluklarla karşılaşıyorsunuz ve bu zorlukların tamamen faturasını yine siz ödüyorsunuz. Bunun karşılığında almış olduğunuz, kazanmış olduğunuz değer de sizi çok tatmin eder noktada değil. Üretimde binlerce problem ve çeşitli olumsuz tarafları varken, olumlu tarafı da şu: Üretmenin keyfi de gerçekten çok başka. Çünkü A’dan Z’ye ortaya bir ürün çıkarıyorsunuz ve bunu sürdürülebilir kılıyorsunuz. Hele bir de üretmiş olduğunuz ürün ihraç edilebilir ve ölçeklenebilir bir ürünse bunun da keyfi bambaşka. İhracat demişken de ayrı bir parantez daha açmak isterim. Özellikle ihracat birçok dinamik süreci içinde barındırıyor. Dünya vatandaşı olma tanımını dünya iş insanı olmaya dönüştürüyorsunuz hem kendi adınıza hem de işletmeniz adına. Bu noktada da Dış Ticarete Yön Verenler Derneği (DIŞYÖNDER) olarak tüm dış ticaret dünyasını desteklemek adına önemli çalışmalar yapıyoruz. DIŞYÖNDER Başkanımız Sn. Hakan Çınar’ın liderliğinde özellikle genç dış ticaretçilerin çok daha donanımlı bir şekilde ülkemizin dış ticaretini geliştirmesine yönelik yapılan çalışmaların içinde yer almak kendi adıma çok değerli. DIŞYÖNDER’de İhracat Komitemizin Başkanlığını yürütmekteyim. Tüm DIŞYÖNDER Ailemize de ihracatın önündeki engellerin kaldırılması konusunda atılan adımlar ve ülkemizin ihracatının artırılması yönündeki çalışmalar adına çok teşekkür ediyor ve bu ailenin bir parçası olmaktan da duyduğum mutluluğu bir kez daha belirtmek isterim.
Yeni sanayicilerin, yeni üretim erbaplarının en büyük sorun yaşadığı noktalardan biri de aslında finansmana erişim. Burada bahsetmiş olduğumuz finansmana erişim sadece şu değil: Yani işte biz faizsiz şu kadar kredi verelim, bunu da 3 yıl sonra geri ödemesini alalım şeklinde sadece finansal modelden bahsetmiyorum. Örneğin organize sanayi bölgelerinde, eski bir sanayicinin aldığı metrekare fiyatıyla, yeni bir sanayicinin almış olduğu metrekare fiyatı aynı ama erişilebilirlik aynı değil. Dolayısıyla şunlar yapılabilir: Yeni sanayicilerin sektöre girişlerinde ihtiyaçları olan metrekareler daha düşük olduğu için, onlara özel bölgeler aynı teknoloji girişimlerinde yapıldığı gibi teknokentler modelinde sanayi alanları üretilebilir. Bu sadece küçük sanayi anlamında değil, daha orta üst teknoloji ürün üreten sanayicilere yönelik ek bir desteği sağlayabilir. Bir diğer konu da sıfırdan girişimlerine imza atan genç sanayicilerimizin, bir şekilde belki ürünleri çok iyi oluyor veya zaten sektörün içerisinden geliyorlar ve bir network'leri oluyor, bu network'ü değerlendiriyorlar. Ancak bizim Eskişehir sanayisi özelinde de yaşadığımız en büyük sıkıntılardan bir tanesi ise sanayici ailenin, yani bu baba da olabilir, anne de olabilir -çünkü bizim birçok başarılı kadın sanayicimiz de var- arkasından gelen ikinci kuşağa veya üçüncü kuşağa o işi devrederken çok ciddi problemler yaşamasıdır. Yani burada şu oluyor, mesela kendi işine küsüp yurt dışına giden birçok arkadaşımız var. Aslında gelse burada sanayiciliğine devam etse, işine devam etse çok daha fazla değer katabilir, katkı sunabilir ama “mecburen” küsüyor. Burada ortak bir hareketle, bizim kuşak çatışmasını bitirip artık kuşak barışmasına geçmemiz lazım. Bunu da şehrin önde gelen sanayicilerinin mentörlükleriyle yapabileceğimize inanıyorum. Ben çok şükür kendi ailemizde böyle bir şey hiç yaşamadım çünkü babam yedi yaşından beri bizi aslında işin içerisinde büyüttü. Aslında ben bir madenci olarak hem alaylıyım hem de mektepliyim. O yüzden hiçbir şekilde böyle bir adaptasyon problemim olmadı. Ama olan arkadaşlarımızda da burada direnseler bile şu da olabiliyor. Mesela tırnak içerisinde bazı eleştiriler geliyor: "Nasılsa babanızın işine devam ediyorsunuz." Vallahi çok açık ve net söyleyeyim, profesyonel olarak çalışsaydım en azından mesai saatim, izin günlerim ve/veya hafta sonu belli olurdu. Akşamım belli olurdu, sabahım belli olurdu. Yani samimi olarak da konuşayım. Sevgili eşimle evlenmeden önce bile kendisine bunu söyledim. Dedim ki bak bizim aile yaşamımız böyle, şartlarımız bu şekilde ve babam işte en büyük örnek. Ben de onun bir benzeri olacağım. Farklı bir şey çıkmayacak günün sonunda. Nitekim oldu da. Biz daha iki aylık evliydik, eşimin ailesinin evine yemek yemeye gitmiştik. Tam çay içeceğiz, çaylar konuldu. Neyse ki yemeği yemiştik. Telefon çaldı, Alpu yolunda bir aracımızın dorsesinde ufak çaplı bir arıza meydana gelmiş. O sırada en yakın da benim oraya. Hemen gittim. Gitmeden önce de dedim ki ben bir saate gelirim. Evden çıktığımda saat 21:00’a geliyordu. Eve geri geldiğimde 23.30. Çünkü niye? Beklediğimizden farklı bir arıza söz konusu olduğu için müdahale etmemiz gerekti. Aracı sanayiye çektik. Trafiği kısa çaplı meşgul ettiği için karakolda işlemler yapıldı. Haliyle de süreç uzamış oldu. Bu sadece bir örnek. Onun haricinde çoğu Pazar günü ocağa, fabrikaya gittiğimiz oluyor. Uzun bayram tatillerinde yetişmesi gereken siparişlerimiz nedeniyle iş kıyafetlerimizi giyip makinelerin başına geçiyoruz. Çoğu akşam uyumadan önce aklımıza bir konu takılıyor ve o konu üzerinde çalışırken sabahlamak zorunda kalıyoruz. Önceden yaptığımız birçok tatil planını iş yüzünden bozmak zorunda kalmışımdır. Bu nedenle iş insanları olarak bizlerin en büyük desteği ve gücü aslında ailesi. Ama tabii ki her işin bir cefası var, bir de sefası var. Biz hiçbir tarafını yok saymadan bütünsel olarak değerlendirmeye çalışıyoruz. Bu noktada ben özellikle genç sanayicilere artı bir destek olunması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü şunu yapmıyor en azından birçoğu. "Baba bana biraz sermaye ver, ben gideyim Alaçatı’da, Bodrum’da bir butik otel açayım." Şimdi bunu da diyebilir tabii ki idealleri bu yöndeyse ama bunu demek yerine dönüp de eğer Eskişehir Organize Sanayi Bölgesi’nde, CNC tezgahının başındaysa, bizim gibi Mahmudiye’de taşın madenin başındaysa bunun da bir nebze, yani bir tık daha desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu noktada sağ olsun Eskişehir Sanayi Odası Başkanımız Sn. Celalettin Kesikbaş genç sanayicilere çok ciddi destek veriyor. Belirtmeden geçemem ve sizin aracılığınızla da bir kez daha kendisine teşekkür etmek isterim. Genç sanayiciler olarak bir araya geldiğimizde hem fikirleriyle hem bizi desteklemesiyle Celalettin Başkanımız hepimize rol model olmaktadır. Topyekun aslında şehrin desteklemesi gerektiğini düşünüyorum. Eskişehir sanayisindeki sanayicilerimizin yüzde 90’ı belki yüzde 95’i, kendisinden sonra gelen kuşağı mutlak surette hem üniversite eğitiminde sınırsız kaynak sağlamıştır hem mutlaka en az bir yurtdışı deneyimi kazandırmıştır. Hem mevcut sanayicilerin hem de yeni nesil sanayicilerin bilgi birikimleri ve tecrübeleri konusunda şanslı bir şehiriz. Yeter ki bu şansı kaybetmeyelim. Nasılsa ikinci kuşak, nasılsa üçüncü kuşak deyip yalnız bırakmamak gerekiyor. Şehrimizin ve ülkemizin en büyük gücü olan “üretim gücü”nü oluşturan tüm sanayici arkadaşlarımızı da sonuna kadar desteklemek gerekiyor.
İHTİSAS OSB’LERİN KURULMASI GEREKİYOR
Eskişehir yüksek teknoloji ihracatı konusunda Türkiye ortalamasının çok üzerinde yer alıyor. Bunu daha da ileriye götürmek adına Eskişehir’de neler yapılmalı. Bu noktada gençlere de gelebiliriz. Gençlerin ne gibi çabalar göstermesi gerekiyor?
Eskişehir'in sanayisiyle ilgili şöyle bir durum var: Daha çok yan sanayiye bağlı bir sanayimiz var. Ama güzel olan tarafı şu. Yan sanayiye bağlı kalmayıp firmalar kendi AR-GE süreçlerini yürüttükleri için önemli ürünlerde de dünyada pay sahibiyiz. Aynı zamanda bir madenci kimliğiyle şuna tekrar vurgu yapmak isterim. Doğal kaynaklar açısından, yani yeraltı zenginlikleri açısından da zengin bir şehir olduğumuz için bunu sanayideki AR-GE çalışmalarımızla desteklersek eğer, şimdi ham madde bizde, teknoloji bizde, bunu son ürüne de dönüştürdüğümüz zaman zaten dünyada rakipsiz oluyoruz. Bunu daha ileriye götürebilmek açısından şunu mutlaka yapmamız gerekiyor. Evet, şu an Eskişehir Organize Sanayi Bölgemiz gerçekten Türkiye'de en iyi organize sanayi bölgesi diyebiliriz. Gerek düzeniyle, planıyla, gerekse büyüklüğüyle. Ancak bugün artık dünyada sanayi bölgeleri, daha küçük metrajlarda, daha ihtisaslaşmış konularda faaliyet gösteriyor. Bu yükselen bir trend ama hızlı davranmazsak da kaçırabileceğimiz bir trend. Çünkü organize sanayi bölgeleri şöyle değerlendiriliyor olabilir: "Ne var, işte fabrika kursun, yani Muttalıp’a da kursa fabrika, İmişehir'e de kursa fabrika" gibi bakılabilir. Ancak bunlara artık “kampüs” gözüyle bakmamız gerekiyor. Bugün mesela biz hangi konuda iyiyiz? Örneğin Savunma ve Havacılık Sanayii’nde iyiyiz. Bugün havacılıkla ilgili bir ihtisas organize sanayi bölgesi kurulsa ve yeni kurulan, havacılıkla ilgili ürün üretimi yapacak olan sanayiciler orada çok büyük metrajları olmasına gerek olmadan, 500 metrekareden 3000 metrekareye kadar metrajlarda yer alsalar, onların orada gidecekleri restoranlar, kafeler, seminer salonları olsa. Bu mesela teknokentlerde böyle. Size bir örnek anlatayım. ODTÜ Teknokent'te bizim bir işimiz vardı, çok sık gelip gittik. Orada yaşadığım bir durumu aktarmak isterim. Görüşmelerimizi yaptık. Çıktık, artık arkadaşlarımız bizi uğurluyor. Orada savunma sanayisine çalışan bir firma var. Bir kamuflaj ayakkabısı ile ilgili test yapıyorlar. Üstünde bir cihaz var. Farklı G metreyle bir şeyler ölçüyorlar. Bizim arkadaşımız döndü dedi ki, "Dostum ne yapıyorsun?" Başladı anlatmaya; anlatıyor, anlatıyor, anlatıyor. Yani biz herhalde 5-10 dakika onların projesi üzerine sohbet ettik. Dedim ki, onlar da savunma sanayisinde çalıştıkları için, "Sizin ekipten mi? Siz mi geliştiriyorsunuz?" "Yok" dedi. "E kim?" dedim. "Bilmiyorum ki" dedi. "Bir tane firmadır" dedi. Böylesine güzel beyin fırtınalarının yapıldığı bu müthiş bir ekosistem. Dolayısıyla bizim sanayide de bunu yaratıyor olmamız lazım. Mesela ben babamdan da böyle gördüm. Bugün genç sanayici arkadaşlarımla da biz bunu yapıyoruz. Fabrika ziyaretleri yapmamız lazım. Birbirimizin fabrikalarına giderek deneyim ve bilgi paylaşımı yapmamız lazım. Sizin doğru yapmış olduğunuz bir şeyi alıp ben işletmemde uygulayabilirim. Benim doğru yaptığımı siz uygulayabilirsiniz. Bu şekilde bir mücadeleyle biz bu katma değer yolculuğunu artırabiliriz. Yoksa maalesef şu anda geldiğimiz nokta, özellikle Çin'in bu kadar agresif politikası sonucunda çok iç acıcı değil. Ürettiğiniz bir ürün 10 dolarsa, Çin bunu size teslim olarak 2.5 dolara verebiliyor. Şimdi sizin burada rekabet edebilmeniz gerçekten çok zor. Çok sevdiğim bir söz var, "Ya paran çok olacak ya aklın" demişler. Bizim ortaya koyabileceğimiz şey, ekonomi olarak bugün Çin'i geçemeyeceğimize göre, aklımızı ortaya koymamız gerekiyor. Bu akıl da ancak ve ancak böyle ihtisaslaşan, birbiri ile bilgi paylaşımından çekinmeyen ve yeni nesil teknolojiler üzerine çalışan firmalarla ve sanayicilerle mümkün.
AKADEMİYİ SANAYİ İÇİNDE DAHA ÇOK GÖRMEK İSTİYORUZ
Üniversite sanayi iş birliği konusunda sıkıntılar yaşandığı belirtiliyor. Bu iş birliğini arttırmak ve sıkıntıları aşmak için sizce ne yapılmalı?
Akademi sanayi iş birliği konusunda, tırnak içerisinde, küskünlük de var. Neden? Çünkü bugüne kadar akademiyle yapılan çalışmalarda çok büyük sonuçlar alınamamış. Dolayısıyla sanayicinin; gerçekten bunu birey anlamında söylemiyorum, o sanayi kuruluşunun başında kim varsa; dakikası maliyet. Yani orada harcayacağı zamanı eğer işletmesinde harcasa, belki bir kişi daha istihdam edebilecekken dönüp orada harcıyorsa, buna değmesi gerekiyor. Bu nedenle akademiyle bağ konusunda yüzde 100 katılıyorum söylediğinize. Son 15 yılda, açılan teknoloji transfer ofisleriyle birlikte, bu iş biraz daha kurumsal düzleme taşınıyor gibi ama hala eksiklikler var. Bu durumu biz aslında genç sanayiciler olarak çözmeye çabalıyoruz. Çünkü nasıl söyleyeyim, şuna vaktimiz olmuyor. Yani benim üniversitedeyken doğal olarak daha çok vaktim oluyordu. Hatta işletmedeki mühendis abilerimizi, yöneticilerimizi bu konuda çok sıkıştırıyordum: "Dolomit ile ilgili şöyle bir şey buldum, hadi deneyelim, hafta sonu geliyorum, şunu yapalım, bunu yapalım" diyebiliyordum. Neden? Çünkü onun öncesinde 3-4 gün kütüphanedeki veri tabanından taramalar yapabiliyordum, onların çıktısını alıp altlarını çizerek okuyabiliyordum. Şimdi ise hem beden hem de zihin yorgunluğuyla eve gitsem de biraz dinlensem gözüyle bakıyorum. Çünkü iş hayatıyla akademi maalesef bir olmuyor. Bu noktada biraz daha belki de sivil yapılara da ihtiyaç var. Sanayicinin derdinden anlayan bir tercüman aracılığıyla akademinin de dilini anlayan 3. parti bir yapıda yapılabilir gibi gözüküyor. ATAP A.Ş., ETİM Arinkom TTO, ETTOM, ESTÜ TTO gibi birbirinden değerli kurumlarımız var. Hepsinin başında da çok değerli hocalarımız, yöneticilerimiz var. Tüm bu ekosistemin paydaşlarını biraz daha sanayinin içinde görmek istiyoruz.