-Çekirdek ailenin temeli Çifteler Köy Enstitüsü’nde atılıyor. İkisi de Mihallıççıklı ama ayrı köylerden. Öğretmenlerinin önerisiyle 1940’larda o güzel eğitimin kurumuna yönlendirilmişler. 1949’da başlayan birliktelik, ölesiye dek sürecektir.
-Coşkun Kartal’ın ilk kent anısı, daha 8 yaşında oluşacaktır. Bir “şehir efsanesidir” anı. 27 Mayıs’ın hemen öncesinde, Başbakan Adnan Menderes Eskişehir’dedir. Coşkun o günü tüm canlılığı ile anımsayıp aktaracaktır günümüze.
“-1952 yılının Mart ayında Eskişehir merkeze 20 kilometre uzaklıktaki Gündüzler köyünde doğdum. Gündüzler, annem Meliha Kartal’ın köyü idi. Babam Yusuf Kartal ise Mihallıççık’ın ilçe merkezine 5-6 kilometre uzaklıktaki Çalçı Köyündendi.”
Çoşkun Kartal, “hayat hikayesine”, yoksa onun kullandığı Türkçe ile ifade etmem gerekirse, “yaşam öyküsüne” böyle başlıyordu. Hemen altındaki uzun cümle, öykünün tamamını anlatacak, hatta “anlamlandıracak” özellikte geldi bana;
“-Annem ve babam ilkokul öğretmeniydiler. Yolları 1940’lı yıllarda Çifteler Köy Enstitüsünde kesişmiş, mezun olduktan sonra 1949 yılında evlenmişlerdi.”
“Ne mutlu bana ki” derim her andığımda; Yusuf öğretmeni, Meliha teyzemi tanımışım. Gazeteye gidip-gelişlerimde bazen evlerinin önünden geçerken ikinci kattaki pencereden bana seslenişini duyar gibiyim.
-Nasılsın Hüsnü, deyişi hep bir “anne sıcaklığı” çağrıştırmıştır bende.
Kuşkusuz, oğulları Coşkun’la 50 yılı aşkın dostluğu, kardeşliği de aynı mutlulukla anmışımdır her zaman.
***
Söyleşi, yarı telefon görüşmesi, çoğu da onun yazılı ortamda aktardıkları ve benim özetleyebildiklerimden oluşacaktır. O halde, O’nun yaşamında önemli bir yer tutan mesleği yorumlamasıyla bitirelim bu faslı;
“-17 yaşındayken bir gazete matbaasından içeriye adım attığımda, bundan sonra neleri gözlemleyeceğimi, izleyip gözlemlerimden
öğrendiklerimi başka insanlara haber verecek bir meslek sahibi olacağımı henüz bilmiyordum doğrusu”
Bakalım bu giriş ve sonuç bölümlerinin arasını nasıl doldururuz;
-Ben de bilmiyorum doğrusu!..
***
Yusuf Kartal’dan olma, Meliha öğretmenden doğma üç çocuğun ortancası Coşkun. Ağabeyi Mehmet Yavuz, ODTÜ mezunu makine mühendisi. Kız kardeş Işık da Siyasal’ı bitirme ve TRT’den emekli.
“Çekirdek aileye” gelirsek, ne yazık ki “bir eksilmiş” durumda. Fendiye Kartal’ı 2012’de kaybediyoruz. Ama hem aileye, hem de toplumumuza ikisinden bir armağan;
-Barış Kartal da ODTÜ mezunu, matematikçi. Yıllardır Amerikan üniversitelerinin birinde, şu anda da İngiltere’de kariyerini sürdürmekte olan bir güzel genç ve ışıklı bir beyin…
Çalçı’dan yürüyerek Mahmudiye’ye.
Bu noktada 1940 yıllara dönmeliyiz. İster kent belleği, isterseniz il olarak “Eskişehir’in belleği” anlamına gelsin. Aktarılandan ve anılarından Coşkun Kartal anlatıyor;
“-Annem, annesiyle birlikte bir akrabalarının at arabasına binip Eskişehir’e gelmişler. Annesi onu Mahmudiye’den geçen Çifteler otobüsünün şoförüne, Mahmudiye’de indirmesini sıkı sıkı tembihleyerek emanet etmiş. Sonra vedalaşmışlar. Çifteler’e gelip annem, indirmeyi unuttuklarını görünce ağlamaya başlamış. Şoför gelip, ‘Şimdi Eskişehir’e döneceğiz, dönüşte indiririz’ deyince sakinleşmiş. Elinde bohçasıyla okula geldiğinde hiç tanımadığı bir sürü çocuk etrafını sarınca ortamı yabancılayıp korkmuş. Sonra çocuklardan biri (kendi köyünden) çıkıp, merhaba deyince içine güven dolmuş. Kısa bir süre sonra bir kadın öğretmen elinden tutup kayıt için içeriye götürmüş. Anlattığına göre, birden kendi evindeymişçesine bir sıcaklık hissetmiş.”
Evet; duymuştum, okumuştum, yakından uzaktan tanıdıklardan dinlemiştim. Daha ilk günlerden başlayarak, mezun edesiye kadar hep “sıcak bir ortam” vardı Köy Enstitülerinde. Aynı zamanda;
-Köyleri aydınlatmaya hazır ışıklı bir ortam!..
Baba Yusuf Kartal da benzer bir öyküyle enstitüde. Çalçı’da okul yoktur, o da ilkokulu Sorkun’da bitirir. Öğretmenlerinin önermesi, babasının “ikna edilmesi” ile Çifteler’e “okumaya gitmeye” karar verir. O’nun yolculuğu, Beylikahır üzerinden köy odalarında konuk edilerekten ve yürüyerekten üç günde Mahmudiye’de sonuçlanır.
Anlaşılacağı üzere mezuniyet sonrası evlilik birliktelikleri, ölesiye dek sürecektir.
‘Menderes’in gözleri sımsıkı kapalıydı.’
Çocuk-genç, yaşıyorlarsa orta yaşlarda Eskişehirlilerin, şimdilerde bir “şehir efsanesine” dönen bir olayı da 8 yaşın tanıklığı ile anlatıyor Çoşkun Kartal;
-Adnan Menderes’in 27 Mayıs’ın hemen öncesinde Eskişehir ziyareti ve Kütahya’da yakalanıp gözaltına alınması.
“-Okulumuz Sivrihisar Caddesine çıkan bir sokakta olduğu için Menderes’in geleceğini öğrenip hepimiz caddeye fırlamıştık. Salhane köprüsünün biraz ilerisinde sinemanın önündeydim. Bir süre sonra açık bir otomobilin üzerinde, caddenin iki yanına sıralanmış halkı selamlayarak yaklaşan Menderes göründü. Ortalık ana-baba günüydü. Aracın iki yanında atlı kişiler refakat ediyordu. Menderes bir elinde tuttuğu şapkasını sallıyordu. Kafasını geriye yatırmış, gözleri sımsıkı kapalıydı.”
Coşkun, o yaşlarında bile durumda bir tuhaflık sezdiğini anımsatıyor ve sonraki duyumlarını aktarıyor;
“-Meğer işin aslı başkaymış. Menderes askeri havaalanına indiğinde kendisini karşılamakla görevli subay ve astsubaylardan oluşan birlik, nereden geldiği anlaşılamayan bir ‘Geriye dön’ komutuyla sırtlarını dönmüş. Anlaşılan, halkın arasından geçerken adeta kendinden geçmiş gibi görünen Adnan Menderes, bu olayın yarattığı travmayla hareket ediyormuş.”
Coşkun’un sekiz yaş tanıklığı “ben de bir dönemin bitişini sokaktan gözlemiş oldum.” Sözleriyle bitmiş oluyor!
***
Bu noktada ben de anımsatmış olayım, “travmanın” devamı da vardır. Konuşma yapacağı vilayet balkonunda mikrofonun, hoparlörlerin enerjisi kesilmiş, konuşma başlamadan bitmiştir.
Sonrası Şeker misafirhanesindeki yemekte telefona çağrılıp ihtilalden haberdar edilmesi, yanında az sayıda kişi ile otomobillerle Kütahya’ya hareket ediş ve buradaki hava birliğine sığınış. Albay Muhsin Batur tarafından gözaltına alınış ve Ankara’ya götürülüş.
Çeşitli şekillerde anlatılagelen “şehir efsanesinin” kısaca özeti böyle.
Yazlık sinemalar, tiyatrolar…
Coşkun Kartal’ın, çocukluk ve ilk gençlik yıllarına ait “Eskişehir tanımlamaları” da halen canlı. “Yaz günleri sabahın köründe evden fırlar, gece yarılarına kadar sokakta oynardık” diyerek başlıyor ve özetleyerek sürdürüyor o anıları;
“İhtilalden sonra İstiklal Mahallesi’ne, Yalaman Camii’nin bitişiğine taşınmıştık. Yalaman adasının yazlık sinemaları, çay bahçeleri, iğne atsan yere düşmeyen kalabalığı ile şehrin en şenlikli yerinde oturuyorduk.
Evimizin içine, birkaç yüz metre uzağımızdaki yazlık sinemalarda oynayan filmlerin sesleri dolar, filmler başlamadan ya da ara verildiğinde çalınan plaklardan günün popüler şarkılarını her gün konserdeymişiz gibi dinlerdik. Eskişehir o yıllarda göklere müziğin yükseldiği bir kentti.”
Kaç yazlık sinema vardı, soruma “çok vardı” diyor. Ben şöyle anılara başvurarak saydım, dokuz kadarını çıkarabildim!..
Bir de; daha o yıllarda “Hiç seyircisiz kalmadığını” anımsadığı Belediye Tiyatrosunu anlatıyor Coşkun:
“-Şair Fuzuli Caddesinde açılan tiyatro büyük ilgi görmüştü. Sahnelediği o günün koşullarında ilerici oyunlar hiç seyircisiz kalmamış, ayrıca İstanbul’dan gelen tiyatro gruplarıyla sanatçıların sahnelediği etkinlikler kapalı gişe oynamıştır.”
Öyledir sevgili kardeşim Coşkun. Ben de Belediye tiyatrosuna, zamanın varoşları sayılan Esentepe, Bahçelievler’den başörtülü, yün atkılı kadınların, biz lise öğrencilerinin, çalışan gençlerin büyük ilgi gösterdiklerini unutamam…
Gazetecilikte ‘hak ederek’ yükseliş.
Kent belleği faslı bu kadar yeter. Ya eğitimi, mesleki kariyeri?. Cumhuriyet İlkokulu, ardından o sıralar yeni açılmış Devrim Ortaokulu ve o yılların tek “düz lisesi” olan Atatürk Lisesi. O yıllara pek değinmemiş ama arada anlattıklarından anladığım “zekasına güvenen” standart bir öğrenci. Ayni zamanda “sosyalleştiği” yıllar. Örneğin şu anlatımı;
“-1968 kuşağı öğrenci olaylarından etkilenmiş, Eskişehir Atatürk Lisesi öğrencileri olarak biz de ders boykotu yapmıştık.”
Yine o yıllardaki, bir başka toplumsal olayı anımsatıyor;
“1969 kasım ya da aralık aylarında TÖS (Türkiye Öğretmenler Sendikası) Türkiye çapında boykot yapmıştı. Ben bu gelişmenin bir bölümü izleyerek haber yaptım. Bu haberler de yazılarım gibi imzamla yayınlanınca motivasyonum arttı . Böylelikle daha lise öğrencisiyken gazeteci olmaya karar vermiştim.”
***
“Bizim Son Olayı” da unutmamış. Eksik olmasın, Anadolu Üniversitesinin “Canlı Eskişehir Basın Tarihi” söyleşisinde bendenizden de sıkça söz etmiş. Sonrası Almanya’da öğrenim, dönüşte TRT sınavını kazanarak “TRT Haber Merkezi Almanca Çevirmen ve Redaktörü” olarak sürdürülen kariyerin ilk basamakları.
Askerlik sonrası TRT Haber Merkezinde muhabir. Basamaklar teker teker atlanacak, Merkez Haberler Müdür Yardımcısı ve Müdürü, nihayet Haber Müdürü…
Sonrası dönemin iktidarı tarafından “Kızak görev” ve kendi isteğiyle emeklilik. Bu yılları izleyen Eskişehirli meslektaşları olarak gurur duymuştuk bu başarılı kariyerden.
-Aynı duygularla veda edelim Coşkun Kartal’a…
Söyleşi: Hüsnü ARSLAN