Söyleşi yapacağım kişileri belirledikten sonra önce telefonla randevulaşıp, isteklerimi rica ettikten sonra buluşur, gerçekleştiririz.
Nedir onlar? Hayatına dair özgeçmiş, döneminin Eskişehir’ine dair anılar/gözlemler ve onları destekleyecek fotoğraf malzemesi… O gözlemler üzerine “açıklayıcı” sorularla birlikte sohbet, görsel malzemeyle ilgili notlar…
Ali Akyüz ile Karadenizliler Lokalindeki buluşmamızda da yöntem aynı. Sonrasında bilgisayarımda kişinin adıyla bir web sayfası açar bırakırım.
-Ta ki yazı sırası gelesiye kadar!..
Ali ile yaptığım söyleşinin üzerinde neredeyse 1 aydan uzun zaman geçti. İki-üç gün kadar sonra görsel malzemeyi gazetede Bülent Özyazıcı’ya bırakacaktı. Bırakmış, almaya gittiğimde bir büyük zarf uzattı Bülent. Baktım, söyleşi sırasında yazdığı 1 sayfalık özgeçmişle yetinmemiş, adeta “hayatının romanının” özetlenmiş müsveddesi gibi;
-Tam dokuz sayfa!..
Öyle güzel, akıcı bir anlatım ki, bir nefeste bitirmişim. Bu nedenle olacak, açtığım Web sayfasını döndüğümde kendime yaptığım şöyle bir uyarı notuyla karşılaştım;
-Ali Akyüz. İMDAAT!..
Unutmadan ekleyeyim ; o dokuz sayfalık “söyleşiyi” ben yapmış/yazmışım gibi kendisine yönelttiğim soruları da eksik etmemiş;
-Kendimi tebrik etmekten alamadım şahsen!..
Eskişehir, Akademi ve Kömürle tanışma!
İşte bu nedenlerle genelde kısa tuttuğum “giriş faslını” uzatmak zorunda kaldım. Bundan sonrası, onun anlattıkları, benim de formatıma uygun özetlemelerimden ibarettir. Şöyle başlıyor;
“-Ailemizde anne ve babanın eğitim durumu yok tabii. İlkokul 3. sınıfa kadar okumuş babam rahmetli. (benimki de öyle) Annemin okuma yazması hala yok. (Ne yapsın zavallı!. O yıllarda Of’ta yetişkinlere okuma-yazma kursu açılmamış belli ki) Biz 7 kardeştik, birini kaybettik. Onun dışında benim iki oğlum bir kızım. İki gelinim bir damadım, üçünden de ikişer tane olmak üzere altı torunum” var.
Buradan Akyüz’ün Oflu (Trabzon) olduğunu ve 1952’de doğduğunu anlamış olmalısınız. Doğum yeri Of olsa da çocukluk ve ilk gençlik yılları, pek çok Karadenizli aile fertleri gibi İstanbul’da geçecektir.
İlkokulun yarısı Eyüp Alibeyköy’de, diğer yarısı da Silahtarağa İlkokulunda. Ortaokul ise yine Eyüp’te, Ebussuud ortaokulu.ve orta öğretimin son basamağı, Sultanahmet Ticaret Lisesi.
İlk yıllarında kendisini “pasif öğrenci” olarak tanımlıyor. Ortaokul’un ilk yılında “dokuz kırıklı” biridir örneğin!. Sonrasında “nasıl aktifleştiğini” hikayesi de var ama, bizim sayfaya sığmaz. Kısa keselim, lise sonrasına geçelim;
-Ver elini Eskişehir ve İTİA!...
Geliş tarihi, 1 Aralık 1972. Anlayacağınız yarım aşırı aşkın zamandır Eskişehirli. O tarihe ilişkin bir “ara soru” benden;
-İlk izlenimlerin?
“- Akademiye kaydımı yaptırdım, Adaların hemen başında (Şair Fuzuli caddesi) Özen Otele geldim. Yorgunluktan uyumuşum. Uyandığımda bir baktım, Işıl-ışıl süper bir şehir!”
“Allallaha” diyorum kendi kendime;
-Demek İstanbul’un ışıltısından daha bir ışıltılı gelmiş bizim şehir!..
Üç günlük otel yaşamından sonra hemen bir ev bakar ve Bağlar Caddesi’nde bir evi kiralar. Buradaki ilk gününe ilişkin bir anısı var ki, beni de o yılların “hava kirliliği” belasına götürüp bıraktı!..
“- Biz İstanbul’da odun yaktığımızdan, hayatımda ilk kez kömür görüyordum. Dolayısıyla kömürü de odun gibi yakmaya çalışıyordum. Üzerine gazyağı döküyor, kibriti çalıyor, gaz yanıp bitiyor, kömür bir türlü tutuşmuyordu.”
Çaresiz ev sahibi Hüsnü beye danışır ve kömürün çıra ile tutuşturulacağını öğrenir. Ben de Ali’nin bu anısı dolayısıyla;
-O tarihlerde şehrimizin kış aylarında Erzurum ve Ankara’dan sonra en yoğun hava kirliliği yaşayan kent olduğunu hatırlamış oldum.
‘Akademi’yi bitirme rekoru bende.’
Eskişehir’deki ilk yılları da, aynı okulundaki ilk yılları gibi, sosyal aktivite açısından “pasif” geçer. Sonucunu şöyle anlatıyor;
“-Geldiğimde 60 kiloydum. Kalk; kahvaltı, okula git, öğle-akşam yemek, yat uyu , oldum 68 kilo.”
Aktif-pasif Akademi’deki ilk yılları da öyle! İkinci sınıfta, orta öğretimde görmediği “Modern Matematik” ile yıldızı barışmaz, O öğretim yılının sonunda döner İstanbul’a, babasına anlatır durumu. Yanıt olumsuzdur;
-Seni okutacak durumum yok evlat!..
Oysa Ali, katkı değil “izin” istemektedir. Aldığı izinle de döner Eskişehir’e. Yeni tanıdığı kenti sevmek böyle bir şey olsa gerek ki, ondan sonrası sürekli çeşitli işlerde çalışarak bu kente geçer. Çeşitli iş sayısını da “kabaca saydım, 40 kadar işe girip-çıkmışım” ifadesiyle açıklayacaktır. Uzun anlatımına şöyle bir baktığımda, gerçekten de öyle. Bu hal Akyüz’ün ilk rekorlarından biridir.
Bu arada Askerliği de çıkaracaktır aradan.
Ya Akademi? Orasını da kendi ifadesiyle “rekorla” tamamlayacaktır;
“Bildiğim kadarıyla bizim EİTİA’yı en uzun sürede bitiren iki öğrenciden biriyim. Biri de rahmetli grafiker Uzay Gedikli abim. Ben 13 yılda diploma aldım, Uzay abi de 12 veya 14 yıllıkmış.”
Olsun, dedim. Ben de 6 yıllık orta öğretimi tek ders yüzünden (Matematik) 8 ya da 9 yılda bitirmiştim!..
İlk iş, rehber pazarlama!
Babadan izinli, kendisi azimlidir de geçim sağlayacak birikimi bitmiştir. Bir arkadaşının önceden çalıştığı bir reklam ajansına gider. Arkadaşı ayrılmıştır işinden. Çıkmak üzereyken cesaretini toplayıp, “aslında arkadaşı aramıyordum, iş arıyordum” diyecektir. İlk patronunun yanıtı umut vericidir;
-Şimdi git, yarın birkaç icatla gel!..
Gider ve döner. “İcat ya da icraat” arkadan gelecektir. Kendi anlatsın;
“-Patron bana bir kitap gösterdi. Numara sırasına göre tertip edilmiş bir telefon rehberiydi. Satabilir misin dedi. Nasıl ‘satamam’ derdim ki. Bir bond çantanın içine 10 kitap koydu. Çıkarken ekledi; fiyatı 10 lira, 5’i benim 5’i senin!”
İş hanlarını dolaşır 5-6 saat döner gelir. “N’aptın” diye sorar patron,. “Hepsini sattım” sözüne inanamaz. Kısa günün karı “iyi paradır 50 lira.
Kimdi “patron” dediği kişi? O yıllara (74’ler) dönüp, kurcalıyorum!
-Belki tanıyorsundur, Cevdet Abi, Yorulmaz. Tanıdığım en zeki kişilerden biridir.
Tanımaz mıyım? Aklına estiği zamanlarda çıkardığı “Ufaklık” diye bir reklam gazetesini, “patron Cevdet’i” anıyoruz birlikte.
Arı sineması işletmecisi.
Çalıştığı yer, “reklama dair her işi” yapmaktadır. Aralarında yerel gazetelerde reklam vermek, Belediye hoparlörlerinde ve çay bahçelerinde sesle reklamlar yapmak ve o dönemlerin ünlü sinemalarından Arı’da bant ve projeksiyon reklamları yayınlamak.
“Bir gün patrona dedim ki” diye devam ediyor;
“Abi, ayda ne kadar kazanıyorsun? Bir rakam söyledi, şu kadar. Dedim, al sana iki katı. Ofise gel çayını kahveni iç ay başında paranı al git.”
Böylelikle işçilikten işverenliğe geçecektir. Arı sinemasının sahibi ile ilişki de böyle başlar. Konserler organizasyonlarına girişir. O dönemin ünlü ses sanatçılarını, tiyatro toplukları da vardır yükseliş yıllarında. Bazılarını hatırlatıyor;
-Deve kuşu Kabare Tiyatrosu, Cem Karaca, büyük yankı uyandıran Bülent Ersoy, Yasemin Kumral, Yurdaer Doğulu ve onlarcası…
Ali Akyüz, reklamcı olarak iş yaptığı Arı Sineması’nı işletmeci olarak kiralamayı da başaracaktır. Yukarıda sözünü ettiğim sanat etkinliklerinin bir bölümü bu sıradadır. Sohbetimiz sırasında Arı Sineması İşletmeciliğini Nasıl aldığını da anlatıyor uzun uzun. Dinliyorum, gerçekten ilginç bir hikaye. Sonlarına doğru aklı başına geliyor olmalı;
“- Hüsnü Abi bu bölüm Off The Record, yazma lütfen!.
Onlarca sayfayı dolduracak olayı bu bir sayfaya sığdıramam zaten! Yine de nedenini soruyorum. Anlatıyor ki, bunu bir “film senaryosu” yapma niyetindeymiş. Hak verdim kendisine;
-İnanıyorum iyi bir film çıkar Ali Akyüz’ün senaryosundan.
Daha hangi birini sayayım? Bu arada Karacalar’ın Milli İrade Gazetesi’nde 10 yılı aşkın teknik yönetmen ve gazetecilik işini de unutmamak gerekiyor.
***
Görüyor, biliyorsun bu özette pek çok eksik var sevgili Ali. Eksikler, senaryona eklenir, tamamlanır umarım.. .