12 Eylül darbesinin lideri Org. Kenan EVREN rahmetli oldu. Ölülerin arkasından kötü konuşmayı doğru bulmadığım gibi , bugün EVREN hakkında hakaret dolu sözler sarf ederek de demokratlık gösterisi yapmayı da doğru bulmam.
Darbelerin toplumlarda derin yaralar açtığı da yadsınamaz bir gerçektir.
12 Eylül rejimi tarafından aylarca , yıllarca haksız yere hapishaneye konulan bir çok insan ismi yazabilirim bu satırlarda.
Darbenin üzerinden 43 yıl geçmesine rağmen halen kapanmayan yaralar açan bu kara leke ile ilgili geçmişe dair anıları ve yaraları bu satırlarda bahsetmektense , ben geçmişten ders alan soğukkanlı bir yaklaşımla olayı irdelemenin yararı olduğunu düşünenlerdenim.
Merhum Alparslan Türkeş’le MHP yöneticileri tutukludurlar. Kendilerini yargılayacak hâkimlerin solcu olduğu söylenir. Solcuları da sağcı hâkimler yargılayacaklarını.!
Ağır suçlamalarla haklarında onlarca yıl ceza istenen siyasi yöneticilerin hapishanede Askeri Yargıtay’ın yüzlerce kararlarını okuduktan sonra , şöyle derler birbirlerine : “Bizi yargılayacak hâkimler Stalinci olsa bile sonunda beraat ederiz. Çünkü Askeri Yargıtay gerçekten hukuka bağlı.! Emirle karar vermezler!”
Hepsinin içini bir ferahlık hissi kaplamıştı…!
11 Eylül 1980 Türkiye’sinde yaşayanların eminim tamamına yakını, 12 Eylül’de ordunun sesini duyduklarında ferahlamışlardı. Kan duracak, gencecik ana kuzuları birbirlerine kıymayacaklardı.
Gerçekten öyle de oldu.
Siyaset iyice derecede kutuplaşmıştı.
Sokakta bu vatanın evlatları birbirine kurşun sıkarken, politikacılar da birbirlerine dom dom kurşunu misali laflarla saldırıyorlardı. Meclis, bu kutuplaşma ve uzlaşmazlık yüzünden Cumhurbaşkanını seçememişti...
İşte bu iki konu yüzünden, toplum nezdinde 12 Eylül’ün tasvip edilmesini sağladı. 12 Eylül anayasası referandumda yüzde 91 evet oyuyla kabul edildi. Bu sonuç konjonktürün eseriydi.
Halbuki böyle mi olmalıydı.? Anayasalar bir ulusun hayatındaki bir konjonktürün eseri olmamalıydı. Anayasalar serbest tartışmalarda varılan uzlaşmalarla ve gelecek nesilleri de içerecek genel prensiplere dayalı olarak yapılmalıydı.
Demek ki, günümüzde de bir tek partinin tek başına anayasa yapmaya kalkması , Türkiye’nin geleceğine büyük zarar verir.
12 Eylül’ün o konjonktürde fark edilemeyen, hatta belki de iyi sanılan fakat uzun vadede büyük zarar veren bir özelliği de “ortadan kaldırma” tutkusuydu.
Bir şeyi yanlış görüyorsan ortadan kaldır hatta başka bir değiş ile kökünü kazı . Nasıl olsa kudretli olan sensin. Güç sende…!
Politikacılara politika yapmayı yasakla , hatta partileri de kapat...
İşte bu yüzdendir ki halen Türkiye’de partiler kurumlaşamadı , “kişisel karizmalar” hâlâ siyasi hayatımıza hükmediyor.
1970’lerde Kürt hareketi yine radikaldi fakat silahsız derneklerle, partilerle, Mehdi ZANA gibi bağımsız Belediye başkan adaylarıyla ortaya çıkıyordu.
Kürt hareketi zamanla silahsız bir veya birkaç siyasi parti haline gelebilirdi. Batı’daki benzerleri gibi. Fakat 12 Eylül “ortadan kaldırma” , başka bir değiş ile kökünü kazıma stratejisi içerisinde , işkenceleriyle bunaltan ,yasaklarıyla, hatta yarattığı baskıcı siyasi iklimle PKK’nın semirmesine, taban bulmasına yaradı.
Sonuç itibarı ile , kutuplaştırıcı , ayrıştırıcı ve rövanşist siyaset anlayışı Türkiye’de bütün politik tarihimizi zehirleyen ve maalesef hâlâ da zehirlemeye devam eden siyasi bir hastalıktır...
Kısacası siyaseti kutuplaştırmanın , ayrıştırmanın sonu ülkece felakete sürülmekten başka bir şey değildir...
Hukuktan hiçbir şart altında sapmamak, siyasi gücü kutsamaktan sakınmak ve daima uzun vadeli analizleri dikkate alarak düşünmek gerekir….!
“ Hiç kimse tek başına hiçbir şey değildir….! ”