Şairlik, insanın daha doğup da etrafa bakmasında başlayan, insanın irmik irmik bir ömür boyu işlediği sonra seslenisi ve anlatacağı sözüdür. Şairler, duygular yüklüdür, yüreğinde fırtınalar kopan. Bazen de yağmur sonrası sakinliği yaşayanlardır. Hep yüreğinden gelen ‘beni yaz’ diyen itilerle, dizelerini yaşar. Şiirinde kendini yazan, hep ‘sen de benim gibisin!’ diyendir. Her şairin şiiri kendine özgüdür. O kadar çok türü ve anlayışı vardır ki şairleri tanıdığınızda seversiniz her birini, hatta kendiniz yaşamışsınız gibi gelir şiirleri…

Rahmiye Yücelal

Eskişehir’de  şiirin her alanında  ve şiir anlayışında şiir yazan şairlerimiz vardır. Her ne kadar, herkes kendi şiiri gibi yazılmayan şiire şiir gözü ile bakmasa da esasında bu bizim için büyük zenginliğimizdir.  Bu şiir zenginliğimizde tanıdığım şairlerimizden biri de Rahmiye Yücelal’dır. Onu Eskişehir Sanat Derneği’nin Şiir Okuma etkinliğinde tanıdım ve ilk şiirinde de duygularını iyi aktaran, şiir kültürüne sahip şair olduğunu görmüştüm. Rahmiye Yücelal, şiirleri üzerinde durmamız gereken şairlerimizden biridir.

Rahmiye Yücelal, bir  “Sözler Öz Olsun” diye Özdeyişler kitabı olmak üzere “Neme Lazım Aşk”, “Yamalı Bohça” ve “Aşk ve Aşık Duygularım” diye dört şiir kitabı olan kadın şairimizdir.Manileri de vardır.

Rahmiye Yücelal, 1947 yılında Güney Kıbrıs’da Larnaka’nın Tatlısu köyünde doğmuş. Kalabalık bir ailede, savaş yıllarında geçmiş çocukluğu. İstanbul’da Sekreterlik Yüksek Okulunu, sonra da Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde okumuş THY, İstanbul Uluslararası Telefon’da ve Eskişehir’de Türk Telekom’da çalışmış. Şiire öğrenci iken Kıbrıs’da başlamış.İlk şiirleri 1962 tarihli,  “Öğrencinin Sesi”, “Mücahit” gazetesinde  ve “Kıbrıs / Lefkoşa Aktüalite” dergisinde yayınlanmış.  Biyografinde; ortaokulda dört yabancı dil okuduğunu, İngilizce ve Fransızca yazdığı şiirlerinin olduğunu, hatta çocuk şarkısı olabilecek denemeleri bile yazdığını anlatıyor.

“Şiirin inceliklerini bilmeden yazmaya başladım 60 yıl önce….Sözcüller duygularımı yansıtacak duruma gelince de yazdıklarımı akışa bıraktım. Engellemeden yazdım. Şimdi ise gönlümü hoş tutsun diye yazıp geçiyorum. Kelimeleri hoş tutup, hoşa giden şeyler, hoş olsun diye yazıyorum.” diyor.

     Rahmiye Yücelal, şiirinin üzerine yazdıklarına bakınca, onun yıllar içersinde şiirle bütünleştiğini, her şairde görünen olgunlaştığı dönemde kuralları bırakıp akışında, özgürce  şiirler yazdığını görüyoruz. Burada “Gönlümü hoş tutsun, hoşa giden olsun” dediğinde de özgünlüğünü anlatıyor ki bu da her şairin hedefidir. Rahmiye Yücelal, umudunu şiirle beslemiş, acısını sorgulayarak şiirle dillendirmiş uzun dizeler yerine çok kısa öz anlatımlarını alt alta düzmüş. “Pürüzüm” ya da “Tek odada yok yok”  şiirlerinde gördüğümüz gibi şiirlerinde hep gül-düşünün her yanını kullanmış. “Neme Lazım Aşk” kitabındaki şiirleri; ilk şiirleri, yaşama sevinçini, yaşadığı acıları taşıyan şiirlerdir “Yamalı Bohça” kitabında son dönem şiirleri yer alıyor. Eskişehirin önemli şairlerinden biridir…

Gezilecek, görülecek şehri böyle olur…

    Bir insan bir başka şehre ya da ülkeye gittiğinde, önce oranın ünlü, güzel görmeye değer yerlerini, ünlü, tarihi binalarını, eserlerini, heykellerini merak eder. O şehri görsel dokusuyla değerlendirmek ister. Bu en sıradan kişi içinde, kültür-sanat insanı içinde, entelektüel kişi içinde böyledir. Bir şehri beğenmek, beğenmemekte bunlara bağlıdır.Yeme içme o kadar da ilk sırada değildir. Bir simit ile de öğün geçilebilir. Gezdiklerini, gördüklerini anlatırken yedikleri içtiklerinin pek yeri yoktur.

      Kültürlü dediğimiz yani okuyan, yazan, çizen yani entelektüel ya da ona yakın kişi vitrinleriyle kitapçı dükkanlarını, vitrine koyduğu kitapları, sattığı dergileri. Sinemalarını, oynattığı filmleri, tiyatrolarını, oynadığı oyunları, oyunların afişlerini, konser salonlarını, konser afişlerini, kimin konseri, kimin eserleri, kimin sergisi var, edebiyat etkinliklerinde ne var, müzelerdeki yaşayan müze ya da değişimli müze etkinlikler nelerdir gibi  pek çok şeyi merak eder. Adeta arar onları. Bir Shakespeare, Çehov, Brecht, Moliere’nin oyunları oynuyorsa, sinemalarda önemli sanat filmi varsa, konser afişlerinde Mozart, Bach, Beethoven’ın isimleri görürse ülkenin önde gelen sanatçılarından birinin sergisinin afişleri şehri süslüyorsa, Bir şiir,bir yazar,bir felsefe söyleşisinin afişlerini görürse yüreğine su serpilir. O şehirden akşam olunca gitmek değil, hatta birkaç gün kalmak ister. Sanat etkinliklerinin bazılarını görmek ister. Aradığı bir kitabı bulmak ister, birileriyle tanışmak, konuşmak ister. O şehirde hele tarihi binaların, tarihi semtin içersinde tarihi tiyatro ve konser salonu da var ise o şehirde süregelen bir sanatseverlik vardır ki onun için orası Paris, Viyana, New York gibidir ve bir de en işlek yerde, tarihi bir kafede sütlü kahve ya da bir taze çay içmek, bir pasta da yemek ister.

     Şehir böyle yaratılır…