Geçen haftaki ilk yazımda “Paranızın efendisi olamazsanız, paranız sizin efendiniz olur” diyerek bir başlık atmıştım. Bugün rezerv para birimi olan ABD dolarının egemenliğini hepimiz biliyoruz. ABD’yi oluşturan temel taşlardan birisi ‘güçlü bir para birimine sahip olmaktır’. Evet, bugün ekonomik anlamda kendisi gibi dev olan, Çin ile, AB ile rekabette, ABD dolarının baskın karakter olmasının altında yatan en büyük sebep, ABD’nin güçlü ve derin bir ekonomiye sahip olmasıdır. Bu güçlü ‘söz sahipliği’ dolar lehine parite dengesizliği olarak karşımıza çıkıyor. Ülkelerin bu egemenlikten kurtulma çabalarını zaman zaman görüyoruz. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2016 yılında Rusya, Çin ve İran’a “Gelin ticareti kendi para birimimizle yapalım” teklifini dün gibi hatırlıyorum. Aynı teklifi 2018 yılında "Türk Konseyi 6. Devlet Başkanları Zirvesi" için toplanan Türk devletlerinin liderlerine de yaptı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, uluslararası ticarette dolara olan bağımlılığın ülkelerin elini kolunu nasıl bağladığını anlatmak için, aynen şu cümleleri kullandı. “Uluslararası ticaretin dolara olan bağımlılığı, artık karşımıza bir engel olarak çıkmaya başladı. Biz bu konuda kendi para birimlerimizle ticaret yapılması seçeneği üzerinde yoğunlaşmayı öneriyoruz”. “Karşımıza bir engel olarak çıkmaya başladı” bu cümlenin neler anlattığını bir kez daha çok iyi düşünün lütfen. Dünyada doların egemenliğini kırmak çok zor görünüyor. Hatta şimdilik imkansız gibi. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da dediği gibi “Biz bu konuda kendi para birimlerimizle ticaret yapılması seçeneği üzerinde yoğunlaşmayı öneriyoruz” sözü bile önemli bir adım sayılabilir. Tam da bu yönde merkez bankalarına gerekli talimat verilmişken, tüm dünyayı kapatan Kovid-19 patlak verdi. Ardında da Rusya-Ukrayna savaşı. Bu musibetler “doların egemenliği kırılacakken ortaya çıktı” diyerek, bir komplo teorisi ortaya atmak istemem. Ama Kovid-19’dan sonra dünyanın yaşadığı değişimi hepimiz gördük. Doların patronu Amerikan Merkez Bankası FED’in attığı adımları dikkatle izledik ve onun başkanı Powell’ın dudaklarının arasından dökülen her cümleye kulak kabarttık. Günün sonunda, ABD daha da güçlü bir ekonomi, dolar da, daha da güçlü para birimi olarak, buz dağı gibi karşımızda durmaya devam etti. Benim inancım, bir gün gelecek ve, doların hakimiyeti bitecek. Bu belki DeFi dediğimiz merkeziyetsiz finans araçlarıyla, belki dijital para birimleriyle olacak, belki de şimdiden bilmediğimiz bir başka finansal araçla. Doların ‘ümük sıkan’ elleri elbet bir gün yapıştığı boğazımızdan alaşağı edilecek. 
         Başta Türkiye olmak üzere, ülkelerin dolardan kurtulup, “paranın efendisi olma” konusunu dilimiz döndüğünce anlatmaya çalıştık. Dolarizasyon konusunu bir başka yazının konusu yapmak isterim. Zira derinliği üç-beş satırla anlatılacak gibi değil. 
Finansal okuryazarlığımız neden önemli?
         Sevgili okuyucular, birey olarak paranızın efendisi olup, finansal özgürlüğünüzü sağlamak da ülkelerin bağımsızlığa adım atması gibidir. Peki, finansal özgürlük ne anlam ifade ediyor? Bir bakalım. Hepimiz bir ekonomik hayat yaşıyoruz. Faturalar, kredi kartları, kredi taksitleri, ödemeler, vs, vs. Say say bitmez. Çoğu zaman başımızı ağrıtan finansal sorunlar içinden çıkılmaz hale geliyor. Diyelim ki, yavaş yavaş birikim yaptınız, elinize geçen bir parayla iyi bir yatırım enstrümanına yöneldiniz. Harcamaları azalttınız, giderlerinizi de makul bir düzeyde tuttunuz. Bütün bunlar, finansal özgürlüğünüze adım atıyorsunuz anlamına geliyor. İçinizde finansal okuryazarlığı duyanlar olmuştur. Finansal okuryazarlık bilinciniz arttıkça ‘paranızın efendisi’ olma yolunda iyi bir yol almışsınız diyebiliriz. Bütçenizi doğru yönetir, birikimlerinizi akıllıca değerlendirirsiniz. Ve sonunda parasal dengenizi kurar ve korursunuz. Sadece bireyler değil, şirketler de finansal okuryazarlık düzeyini artırırsa, sağlıklı bir finans yapısını da oluştururlar. Bu konuda benim de yakından takip ettiğim kısa adı FODER olan Finansal Okuryazarlık ve Erişim Derneği’nin çok önemli çalışmaları var. Dernek 2012 yılında finansal bilincin artırılması için ekosistemin gelişmesine destek olma hedefiyle kuruldu. Çeşitli mecralarda toplumu bilinçlendirme amacıyla çalışmalarına rastlayabilirsiniz. Benimse, derneğin çalışmalarında en önemsediğim konu, finansal okuryazarlığın ders olarak ilkokuldan başlayarak okullarda okutulması hedefidir. Umarım gelecek eğitim öğretim yılında bunu görürüz. Birikimleri olan, para konusunda bilinçli bir finansal okuryazar nesle ihtiyacımız olacak. Bunun hazırlığını şimdiden yapmamız lazım.
3.5 trilyon dolarlık yatırım toplantısı
       İstanbul’da Cumhurbaşkanlığı Dolmabahçe Çalışma Ofisi’nde çok önemli bir yatırımcı toplantısı yapıldı. 13 ülkeden enerji, otomotiv, teknoloji, varlık yönetimi, finansal hizmetler, ulaşım ve telekomünikasyon sektörlerinden dünya devi şirketlerin temsilcileri katıldı. Bu kadar çok ve önemli sektörden katılımcı olunca, bu şirketlerin ve sektörlerin ekonomik büyüklüğü de elbet merak konusu. Hemen söyleyeyim 3.5 trilyon dolar. Acayip, büyük bir rakam. Doğrudan yatırımcı çekme konusunda Türkiye’nin atılacak her adıma ihtiyacı var. Zira ‘sıcak para’ dediğimiz unsurun ekonomimiz için istenilmeyen sonuçlarını zaman zaman yaşayarak görüyoruz. Doğrudan yatırım demek, istihdam, ihracat, üretim demek. Devletin, hazinenin gelirlerini artırması demek.  Bir de aldığınız doğrudan yatırım katma değerli ürün üretmek içinse, getirilerini en üst seviyeden hesaplayabilirsiniz. Yatırım Danışma Konseyi’nin 10'uncu toplantısı bu yıl 10. kez yapıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan burada bir açılış konuşması yaptı. “Türkiye, son 20 yılda toplamda 268 milyar dolarlık doğrudan yatırım çekti.” dedi. Türkiye enerjiden tutun da turizme, ulaşımdan, dijital alanlara kadar birçok yatırım fırsatı sunuyor. Cumhurbaşkanı, yabancı yatırımcılara eylül başında Yardımcısı Cevdet Yılmaz tarafından açıklanan (OVP) Orta Vadeli Program’dan da bahsetti. En büyük belamız olan enflasyonun düşüşe geçtiğini, cari açığın azaldığını, dış ticaretin dengelendiğini açıkladı. Bu veriler ışığında gelecek 3 yılı kapsayan Orta Vadeli Program’ın çalıştığının altını çizdi. Bakınız, OVP’de hedeflenen temel konulardan birisi de Türkiye ekonomisinin yıllık yüzde 5 büyümesine yönelik planlamalardır. Ekonomimiz her yıl yüzde 5 büyümek zorunda. Bu rakamın altında kalırsak, “büyümedik” demeyiz ama hedefe ulaşmakta gecikiriz. Doğrudan yatırım ülkemizin her yıl büyümesine ciddi katkı verecek. Cumhurbaşkanımız olmak üzere tüm otoriteler bunun farkında. Bunu da toplantıya, başta Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz olmak üzere enerji, ulaştırma, adalet, ticaret, sanayi ve teknoloji, hazine ve maliye bakanlarının katılımıyla anlıyoruz. Ayrıca, TOBB, TÜSİAD, MÜSİAD, TİM, YASED, DEİK’ten önemli isimler de toplantıda hazır bulundu. Hükümet ve iş dünyası STK’ları güçlü bir birliktelik sağlayarak yabancı yatırımcıya iyi bir mesaj vermiş görünüyor. Bunun etkisi de Türkiye Yatırım Danışma Konseyi 10. Toplantısı'nın sonuç bildirisine hemen yansıdı. Varlık yönetiminde dünyanın önemli kuruluşlarından birisi olan  Templeton Asset Management’ın CEO'su Manraj Sekhon, şirket temsilcilerinden seçilen sözcü olarak sonuç bildirisini okudu. Sekhon, "Türkiye'deki değişiklikler ve devam eden reformlarla ilgili oldukça iyimseriz ve aynı zamanda politika çerçevesine de çok büyük bir güven duymaktayız." dedi. Gelecek 3 yılda OVP hedeflerinin tutmasını biz vatandaşlar kadar yabancı yatırımcı da arzuluyor. Türkiye hiçbir konuda görmezden gelinecek bir ülke değil. Yeter ki güçlü temeller üstünde yükselebilsin.
       Küçük bir rahatsızlık nedeniyle yazım pazartesi gününe kaldı. Kusura bakmayın. Cuma günü yazımın konusu Çin olacak. Ekonomisine, son dönemde aldıkları ekonomik kararlara göz atacağız. Önümüzde ABD seçimleri var. Trump yeniden başkan seçilirse dünyayı “Yeni bir ABD-Çin ticaret savaşı bekler mi?” ve bir daha bir çok soruyu akademisyenlere sordum. Cevaplarını buradan paylaşacağım.