Merhaba!

Eskişehir’in en eski üçüncü gazetesi olan Milli İrade’de Pazartesi, Çarşamba ve Cuma günleri yazılarımla karşınızda olacağım. Büyük bir heyecan benim için. Çok fazla şey konuşacağız bu köşede. Toplumun aksülamelinin üstünde yoğunlaşmış bir köşe olacak burası. Sessizliğe bürünmeyen ve tufeyliliği kendisine pratik haline getirmiş twitter yazarcılığından bahsetmiyorum.

***

Eskişehir medyasında “Yıldırım” etkisi

Eskişehir’de yeni bir medya sürecinin yaşandığı gözlemini yapmış ya da hissetmeye başlamışsınızdır.

Eskişehirli birisi, bir gazeteci olarak çok uzun yıllar boyunca Eskişehir basınının vizyonunu sert dillerle eleştirdim. Bu eleştirilerin en yakın tanığı da Hakkı Kutlu oldu. Kimi zaman hak verdi kimi zaman o da benim düşüncelerimi eleştirdi.

Neydi peki benim eleştirim?

Çok açık aslında…

Cesaret ve fedakarlık.

Uzun bir süredir yalnızca yerinde sayan, birkaç adım bile ileri gitmeye karar vermemiş bir Eskişehir basını vardı.

Gerek nitelik gerekse nicelik açısından artık muadilleriyle kıyaslandığında “bir şeyleri” yapmaya çalışan değil de “bir şeylerin varlığının” getirmiş olduğu konforla hayatına dümdüz devam eden bir basın…

Pek tabii yıllar içinde sistematik olarak oluşturulmuş bu konfor alanı dikkat odağı olma özelliğini de kaybetmeye başlamıştı.

Uzun lafın kısası, tekrara düşmenin artık bir problem olmadığı ve entelektüel derinlik kaygısının yaşanmadığı bir ortamda Türkiye’nin en iyi iletişim fakültesine sahip olan şehri, verdiği mezunları bile heyecanlandırmayan bir ağa dönüştü.

Kısa bir süre önce Gökhan Yıldırım medya dünyasına adım attı.

Fazlasıyla hızlı bir adımdı.

Birçok basın organını, bu gazete de dahil olmak üzere kendi medya grubunun içerisine dahil etti.

Gökhan Yıldırım’ı herkes gibi ben de tanıyordum ama ilk kez birkaç ay önce yüz yüze oturdum.

O karşılıklı oturmadan sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı kanaatine vardım.

Artık niceliği de niteliği de kafasında ciddi bir mesele haline getirmiş bir ismin medya dünyasına adım attığını gördüm.

Nitekim, Kanal 26 televizyonuda bu kadar kısa sürede planlanan yeni formatların yanı sıra hayata geçen formatların şehir medyasının alışılmışlığının dışında olduğunu eminim ufak ufak fark etmişsinizdir.

Tabii ki biraz uzun bir yol olduğunu söylemek gerek.

***

Minik Narin’i toplum olarak da istismar ettik

Tüm Türkiye Diyarbakır’da katledilen Narin meselesini konuştu hala da konuşuyor ama boş konuşuyor.

Bu boşluğu kişisel ya da ideolojik çıkarımlarımızla suistimal ederek de doldurduk.

Sosyal medyada ve hatta televizyonlarda minik Narin’i reyting malzemesi haline getirdik.

Arkası dolu olmayan skandal boyutuna varan iddiaları ağzı olan konuştu, sosyal medyada like almak uğruna her türlü dezenformasyona geçit verildi.

Narin’den çok, tabutuna konulan gelinlik konuşuldu.

“Zihniyete bak, çocuk gelinci mi bunlar, gelinlik değil okul üniforması olmalı” yönünde aşırı duyarlı olduğunu söyleyen lümpenler ortaya çıktı.

Halbuki Narin’in tabutuna konulan gelinlik, onun ailesinden istediği en son şeydi. Zira yakın bir zaman içerisinde evlenecek olan akrabasının düğününde “gelinlik giymek” istediğini söylemiş Narin.

Narin’den çok abisinin ve hatta ailesinin HÜDA PAR’lı olduğu konusu gündemde tutulmaya çalıştı.

Narin, konuyu bütünüyle politize etmek isteyenler tarafından suistimal edildi.

Halbuki abisinin daha sonradan DEM Parti mitinglerine katıldığı ortaya çıktı.

Narin’in kaybolma süreci konuşulurken, Kuran kursuna gittiği esnada kaybolması birilerinin ideolojik çıkarımlarıyla uyuştu.

Narin’in kaybolması değil “Kuran kursuna” giderken kaybolması minik Narin’in önüne geçti.

DEM Partililer sokaklara çıktılar, Narin için yürüdüler. Bu yürüyüşü gerçekleştirirken de terör örgütü PKK lehinde sloganlar attılar.

Yürüyüşü yapan DEM Partililer Narin’in cenazesine bile katılmadılar.

Uzun lafın kısası bu ülkede minicik bir çocuk katledildi. Bu konuda en çok konuşanlar timsah gözyaşlarıyla Narin’i istismar etti.

{ "vars": { "account": "UA-99020016-1" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }