Yargılamanın iş yükü

Birçoğumuz devletin yargı organlarına başvurduktan sonra uzun süren yargılama sürelerinden şikayetçiyiz. Hakkın elde edilmesine kadar geçen süre bazen hak sahibini de mağdur edebilmektedir. Yargılama süreçlerimiz gerek dava dosya sayısının fazlalığı gerekse mahkemelerin iş yükünün fazlalığı gibi nedenler ile uzun zaman almakta. Tabi ilk derece yargılamasının ardından dosyanın istinaf ve temyiz gibi üst mahkeme aşamalarından geçme ihtimalini de düşünürsek zaten uzun olan yargılama sürecinin daha da uzayacağı ortada.

Şu hususu burada önemle belirtmemiz gerekir ki, bir takım konusu parayla ölçülebilen davalarda zorunlu arabuluculuk şartı getirilmiştir. Bu düzenleme ile birlikte bu davalarda, dava açmadan evvel arabulucuya başvuru yapma mecburiyeti getirilmiştir. Burada taraflar arasında yaşanan bir ihtilafın çözümü noktasında, dava açılmadan evvel arabuluculuk yoluna başvurulması ve eğer mümkünse uyuşmazlığın herhangi bir dava açılmasına gerek kalmaksızın taraflar arasında ve bir arabulucunun huzurunda gerçekleşecek müzakereler sonucunda çözüme kavuşturulması amaçlanmıştır. Arabuluculuk yoluyla hukuki uyuşmazlığını çözüme kavuşturan bir kişi böylelikle dava açmanın yüksek maliyetinden, yargılamanın karmaşık yapısından ve elde etmeye çalıştığı hakkına geç ulaşmaktan da kurtulmuş oluyor. Sadece bu anlamda düşünüldüğünde dahi arabuluculuk yolunun vatandaşın hakkını elde etme mücadelesine yaptığı olumlu katkı göz ardı edilemeyecektir.

Tabi ki yargılamamızın iş yükünü artıran neden yalnızca yargılamanın yavaş olması değil. Bunun yanında devletin yargı organlarına yansımış dosya sayısının çok fazla olması da en büyük sorunlardan birisi. Peki dosya sayısının fazla olması yargılamanın iş yüküne olumsuz etkisi nasıl tezahür etmektedir? Bildiğiniz üzere ülkece enflasyonist bir dönemden geçiyoruz. Özellikle Kovid-19 salgını zamanında yaşanan kapanmalar, ticaretin durması gibi nedenler ile başlayan ekonomik durağanlıklar ve sonrasında hayata geçirilen doğru veya yanlış uygulamalar ile vatandaş olarak maddi anlamda zorluklar yaşamaktayız. Enflasyon ülkemizin bugünkü sorunu değildir. Kendimizi bildik bileli ülkemizde enflasyon mevcut ancak özellikle geçmişte yaşadığımız ekonomik krizlerin haricinde enflasyon oranlarının bu denli arttığı bir dönem olmamıştı. Yüksek enflasyon paranın satın alma gücünü düşürmüş ve bu şekilde vatandaşın alım gücünü oldukça zayıflatmıştır. Hal böyle iken taraflar arasındaki hukuki ilişki neticesinde verilmesi lazım gelen para her geçen gün biraz daha erimiş ve ihtiyacı karşılamaz boyuta gelmiştir. Bu da beraberinde taraflar arasında meblağın düşük kaldığına ilişkin hukuki uyuşmazlıklar yaratmıştır. Bunun en somut yansımasını kiracı-ev sahibi ilişkilerinde kira bedelinin düşük kaldığı iddialarında görmekteyiz. Devletimiz bu sorunları en aza indirmek ve kira bedellerinin enflasyon karşısında artışının önüne geçmek amacıyla kira bedeli artırma konusunda %25’lik bir üst sınır belirlemiştir. Yani her kira döneminin sonunda kira artışı en fazla %25 oranında yapılabilmekteydi. Bu durumun kiracı ve ev sahipleri arasındaki kira bedeli uyuşmazlıklarına çözüm olması beklendi ancak uygulamada durum bu şekilde gerçekleşmedi. Nitekim %25 oranında bir artış, enflasyonun artış hızı ve paranın satın alma gücündeki düşüm hızı göz önünde bulundurulduğunda yaraya merhem olmadı. Böylelikle 11 Haziran 2022 tarihinde yayımlanan Resmi Gazete ile uygulamaya sokulan %25 oranındaki kira artış sınırı 1 Temmuz 2024 tarihi itibariyle sona erdirilmiştir.

Taraflar arasındaki hukuki ilişki nedeniyle ortaya çıkan ücretin miktarı konusunda yaşanan dengesizlikleri taraflar kendi aralarında çözemeyince doğal olarak devletin yargı organına yani mahkemelere başvurmak zorunda kalmışlardır. Bu durum da dava sayısının son dönemde neden bu denli arttığını bize göstermektedir.

{ "vars": { "account": "UA-99020016-1" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }