Bu hafta Eskişehir’in gurur duyduğu müzik insanı Hüseyin Erbay ile söyleştik. Ömrünü Türk Sanat Müziğine adamış, çok sayıda öğrenci yetiştirmiş, bestekar, hoca ve koro şefi Hüseyin Erbay’ın evine gittiğimde ev sanki bir müze gibiydi. Tüm duvarlar fotoğraflarla, dolaplar nota, kaset ve taş plaklarla doluydu. İyi bir arşivci olan Erbay’ın basın albümleri de oldukça dikkat çekiciydi. Sanat Güneşi Zeki Müren’e eşlik ettiği ud duvarda bir hazine olarak duruyor. Safiye Ayla gibi Türk Sanat Müziğinin devi ile fotoğraf, Türk Sinemasının Sultanı Türkan Şoray ile anıları hep duvarları ve albümleri süslüyor.
HÜSEYİN ERBAY KİMDİR
1948 yılında Sivrihisar’ın Sadıkbağı köyünde doğmuşum. Büyüklerin anlattığına göre, 5-6 aylıkken şiddetli bir hastalığa yakalanmışım, Sivrihisar’a getirmişler, doktor, bunu götürün, umutsuz demiş. Köye getirmişler, hastalık artmış, nefesim falan kesilmiş, öldü sanmışlar, üstümü kapatmışlar, mezarımı falan kazmaya gitmişler, aile efradı ağlarken dedem gelmiş. Durumu anlatmışlar, “ben yüzünü bir göreyim, son defa” demiş, açmış, bakmış, sıcaklık hissedince, teşbihini çıkarmış, yüzümde gezdirmiş, ben tutuvermişim, tabi herkes korkmuş, böyle olay başımdan geçmiş.
Musiki yönüm de var. 7-8 yaşlarında köyde her evde radyo yoktu. Babamın teyzesinin evinde vardı, bizim evde vardı. Dedemler, evde yokken açıyordum radyoyu sanat müziği dinlerdim. Yaşıtlarım sokakta oynarken ben evde radyo dinlerdim. Bir gün köyümüzde düğün var, Dinek köyünden müzik ekibi geldi, ben ürkek, korkarak gittim, “Ben bir şarkı söylesem çalar mısınız” dedim. Öyle deyince kemanı Mustafa ağabey, şarkı mı, türkü mü diye sordu. Şarkı dedim, “Sen şarkıyı nereden bileceksin, ne okuyacaksın” dedi. Sadettin Kaynak’ın “Bir rüzgardır gelir geçen sanırsın” şarkısını söyleyeceğimi belirtince çok şaşırdılar ve nereden biliyorsun diye sordular, Ben de radyodan dinlediğimi söyledim.
Çok beğendiler, bu şarkıyı herkesin okuyamayacağını ifade ederek, lisede konservatuvara gitmemi önerdi.
Konservatuvarı bilmiyorum, o ne ki diye sorunca “Müzik Okulu oradan sanatçı çıkarsın. Sen ayrıca bana derse gel” dedi. Köylerimiz çok yakında. Musikinin gücünü orada tespit ettim.
Bir anım da şöyle. Dinek köyünde bakkal vardı, bizim köyde yoktu, köyler yakın. Büyüklerimiz ara sıra bir şeyler almak için beni bakkala gönderirlerdi.
Köye dönerken, Dinek’in çocukları yolumuzu keser, bizi döver elimizdekileri de alırlardı. Bir gün yine ben Mustafa abinin evinden çıktım, yürüyorum, baktım Dinek’in çocukları orada. Eyvah dayağı yedim diye geçirdim içimden. Dur bakalım dediler, durdum. Çıkart aldıklarını diye söyleyince, bir şey almadığımı söyledim. Ben müzik dersinden geldiğimi söyledim. Çocuklardan bir tanesi, “Biz bunu dövmeyelim, bak türkücü, şarkıcıymış” dedi ve bir türkü söylememi istediler, Ben türkü bilmediğimi, şarkı bildiğimi söyleyince okumamı istediler. Okudum. Bir şarkı daha okudum bu kez beni alkışladılar. Musikinin gücünü bir kez daha görmüştüm. Hale önümü çevirenlerden biri yakınımızda oturur, zaman zaman görüşür eski günleri anlatırız.
Hüseyin Erbay’ın adı kendi ilçesi olan Sivrihisar Belediye Başkanlığınca tarihi bir sokağa, Odunpazarı Belediye Başkanlığınca da halen ikamet ettiği Vişnelik mahallesinde bir sokağa yine Odunpazarı Belediyesince Göztepe semtinde bir parka adı verildi. Ayrıca sıfırdan koro kurup 2 yıl çalıştırdığı Kilis ilinde de bir caddeye Hüseyin Erbay adı verildi. Ayrıca eski Halk Eğitimi Müdürü Asım Elbensoy’un onayı ile koronun meşk ettiği büyük salon da Hüseyin Erbay adını taşıyor. Bir yıl önce muhterem eşini kaybeden Erbay, 2 kız ve 4 toruna sahiptir.
ASKERİ OKUL DÖNEMİ
Ben daha sonra askeri okula kaydoldum. Orada da artistik yönüm ortaya çıktı. Kendime göre bir şeyler yazıyordum. Sınıfta müsamereler yapıyorduk. Mersin’de okulumuz deniz kenarındaydı. Deniz kenarında kavga ediyorduk. O bana bir yumruk vuruyordu, ben iki metre falan uçuyordum, o nedenle bana “artist” ismini taktılar. Sonra Bursa Işıklar Askeri Lisesi’ne geldim. Orada radyomuz vardı, arkadaşlar gezmeye giderdi, ben hep radyo dinlerdim, eserlerin sözlerini yazardım.
Gelelim tayin dönemine, musikimi geliştirmek istiyordum, ya İstanbul’a, ya Ankara’ya gitmek istiyordum. Çünkü hocalar oradaydı. Mezun oldum, arkadaşlarım, “İstanbul veya Ankara’nın dışında tayinin çıkarsa değişiriz. Senin ideallerin var” dediler.
Kura çekimi yapıyoruz, son 5 kişi falan kalmıştı, benim ismim daha çıkmamıştı. 1 Erzurum, öbür 4 tanesi Ankara, İstanbul. Onu mu çekeceğim dedim ama bir çektim Erzurum çıktı. Arkadaşlar orada iyi müzik dersi alırsın diye benimle alay etmeye başladılar. Ben çocuk aklı, kaçmak istiyorum, intihar etmeyi bile aklımdan geçirdim. Çok kötü bir gündü. 24 saatin dolmasına 1 saat var, halen alay ediyorlar, sonra Cengiz diye bir arkadaş vardı, alay edenlere kızarak, “al şu Ankara’yı, ver Erzurum’u” dedi.
İnanamadım, arkadaşım yerleri değişti benim de kaderim değişti.
ANKARA VE MÜZİK
Ankara’ya geldiğimde Türk Müziği derslerinin başlamasıyla ilgili bir reklam gördüm. Genelkurmay’da astsubaylığım devam ediyor. Yetenek sınavıyla alacaklar.
Derslere başlamak için radyoya gittiğimde büyük bir kalabalık vardı. Artist gibi kızlar, erkekler gördüm. Vazgeçmek istedim, içinde ders alanlar var, ben sadece radyodan öğrendiklerimle. Geri dönüp giderken, içimden bir ses, “O kadar hayal kurdun, git sınava gir, kazanamazsan kazanama” diye. Bunun üzerine gittim kaydımı yaptırdım. Sınavda Ziya Taşkent, Nermin Demirçay, Mustafa Sağyaşar vardı.
Girdim imtihana “Rüzgar Söylüyor”u söyledim. Bir tane daha oku dediler, “İnleyen Nağmeler” o zamanlar çok popülerdi onu okudum. Birkaç şarkı daha okudum, sınavdan çıktım.
Sınav sonuçları açıklanınca yedek olarak kazandığımı öğrendim. Hoca, “yedek kazananlar da derse gelecek, bir süre sonra tekrar yetenek sınavı yapacağım, kazanırsanız ve bırakanlar olursa devam edeceksiniz” dedi.
Bu sürede çok çalıştım, yetenek sınavına girdim. Bu arada asıl listeden iki kişi gelmemiş, İkinci sınavda sonucuna göre birinci yedek olarak ben, ikinci yedek olarak da bir arkadaşı aldılar.
Nevzat Sümer ile başladık, çeşitli hocalardan özel dersler aldım. Sonra Çinuçen Tanrıkorur hocamız, Yılmaz Pakalınlar, Yılmaz Yüksel, Ali Rıza Köprüoğlu bilhassa çok büyük hocalardan geçtim. Korkunç bir araştırma yaptım, halen de yapıyorum.
Hocalık ayrı bir şey, şeflik çok ayrı bir şey. Bestekarlık zaten ayrı. Bunlar Allah verdisi, Türkiye de bu iş karıştırılıyor. Çok iyi hocasındır, ama çok iyi bir şef değilsindir. Çok iyi bir bestekarsındır ama iyi bir şef ya da hoca değilsindir. Benim ufkumu Çinuçen hoca açtı. Türk musikisinin mutlak şekilde batıdan malzeme alması lazım. Batı müzikisinden, ben mesela Senfoni Orkestralarını çok dinlerim, şeflik ile ilgili büyük araştırmalarım oldu. Çinuçen hoca önce batı müziği dersleriyle başladı, her konuda ufkumu açtı. Ankara’dan sonra Erzurum’a gittim, orada koro kurdum, nasıl zorluklarla kurduğumu Allah ile ben bilirim.
Bütün bu işleri mesai saatlerinin dışında yapıyorum. Örneğin Ankara’dayken derneğe gidiyordum, bir gün bir Kurmay Albay “Yasak niye gidiyorsun” dedi.
Hatta şöyle bir anım oldu. Müzisyen İsmet Nedim’in hayatı film olarak çekilecekmiş. Hafta Sonu gazetesi vardı. Gençliğini canlandıracak insan arıyorlardı ben müracaat ettim. Müracaatı da kazandım. Deneme filmi çekilecekti, o kurmay albay haricindeki generaller bana bir astsubay gözüyle bakmazlardı, bir müzisyen gözüyle bakarlardı. O aralar Türkan Şoray ile bir beste durumumuz olmuştu o da benim Genelkurmay’da popülerliğimi artırdı.
Gittim generale kapısını çaldım, anlattım durumu, beni tersledi. Ben ısrar edince, bana “ Sen gidersin, birkaç dakikalık rol verirler, sonra ne olacak. Sen astsubaylığını yap, musikine de çalış, zaten biz seni subay yapmaya karar verdik” dedi.
Ben subay olmak istemediğimi söyledim. Övünmek gibi olmasın, çok iyi çalışıyordum. Sevilen bir insandım.
Her ne kadar amatör olarak yürütsem de hedeflerim vardı. Tabi beni kovaladı. Ankara’da 6 yıl kaldım, sonra Erzurum’a gittim.
DEVAM EDECEK