Önceki hafta sosyal medyada dinsel amaçlı okuduğum değişik yazılardan ikisi üzerine bir makale. İlki aklın irfan ve insafıyla ilim sahibi emekli öğretmen Ali Ay Hoca’nın paylaşımı. Hoca, algılar yerine olgularla Müslümanın yaşam anlayışı hususunda “Kur’an-ı on yılda mealen dört kez hatmettim. Her okuyuşumda farklı farklı anlamlar çıkardım.” anlatımıyla Kur’an’ın bir özelliğine dikkat çekmiş. O’nun bu görüşüne okuduğunu anlamadan sözde bir hafız mealen okumakla hatim olmaz fetvasını basmış. Diğer bir ifade ile yargılamasını yapmış. Bilgi birikimi elverişli olanların görüşüne itibar gerekir. Ön yargılı merkumun hatim konusunu kamuoyu önünde tartışma çabası da manidar. Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu bilmek bağlamında imamlıkta fıkıh bilgisi güçlü olan tercih sebebi değil midir?
İlmen ve vicdanen insanın niyetini izharı kişiliğini takdimdir. TDK lügatinde merkum, az önce anılan kimse demek. Hatim, Kur’an-ı okuyup bitirmek veya sürdürmek gibi anlam taşır. Kur’an-ı hatmetmek güzel bir işlev. Daha güzeli anlayarak okumak… Mushaf’ı okumaktan aklın kulağını açıp Rabbin buyruğuna icaptır. Allah’ın vahdaniyetini, azametini, haşmetini, hidayetini, hükümranlığını tanımaktır. Hak ve ilişkilerin nerede başlayıp nerede bittiğini bilmektir. Meselenin özüne itibar etmeden Kur’an adına hüküm vermek kadar vahim ahval ne olabilir? Enam suresi 50’inci ayette Allah: “…De ki: “Görmeyenle gören bir olur mu? Siz, hâlâ düşünmez misiniz?” buyuruyor. Uzun zamandır Kur’an-ı mealiyle de okuyarak hatmederim. Dört farklı tefsirle hatimlerim oldu. Tartışmayı sevmem. Esastan bi haber olan tartışır. Doğru, tartışılır mı? İspat, aksini iddia edene düşer.
Sosyal medyada diğer paylaşımı yapan çocukluk arkadaşım Kadir Esen, çorbada tuzum olsun hüsnü niyetiyle “Herkes birbirine dua etmeli.” mabeyinde bir görüşü dile getirmiş. Müslüman dar alanların çitini aşıp farzlar gibi olmazsa olmazları hayata geçirmedikçe kulluk vazifesinde ne denli başarılı olur? Müslümanların birbirine duası elbet güzel… Namazın son oturuşundaki bir sünnet... Mesnedi İbrahim suresi 41’inci ayet… Âlâ olan Müslümanların birbirlerine iyiliği, kötülüğü öğüt ve ikazları... Kötülükten men, iyiliğe teşvik bazen farz-ı kifaye bazen de farz-ı ayındır. Müslümanlar birbirine Kur’an’ın pek çok ayetinde bildirilen adaleti, ölçüyü, tartıyı tam yapın… Cahillerden, gafillerden, tembellerden, fasıklardan olmayın… Sözünüz doğru, işiniz dürüst olsun uyarılarını telkin edemedikçe Kur’an ile ilgi sorgulanmalı. Kur’an’ın inzal sebebi toplumsal güven, uyum ve huzurdur. Bu nedenle adil olun emri verilmiş. Müslüman iyiliği, kötülüğü bilgilendiren öğütleri husumet yerine dost ikazı olarak kabullenmedikçe masumun, mazlumun, mağdurun Kur’an’a göre hak ve hukuku nasıl korunur?
Mazlumlara, masumlara ve mağdurlara yapılan zulme karşılık Allah’ın adaleti bir gün mutlak tecelli eder. Tarihe bakıldığında mazlumların, mağdurların, masumların hakları heder edilen toplumlara Allah’ın adaletini toplumsal musibet şeklinde yaşattığı görülecektir. Masumlara, mazlumlara, mağdurlara yapılan kötülüklerin cezası sadece kötülük yapanlara değil topluma şamildir. Al-i İmran suresi ayet 104 ve 110’da: “Sizden hayra çağıran iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler bunlardır…” buyuran Allah Tekvir suresi ayet 19 ile 28’de mealen: “…Kur’an… Değerli, güçlü ve Arş’ın sahibi katında itaat edilen, güvenilir sözdür… Hâl böyle iken nereye gidiyorsunuz? O içinizden dürüst olmak isteyenler için bir öğüttür.” buyurmuş.
Müslüman daha iyi, daha güzelle birbirini bilgilendirmedikçe, uyandırmadıkça ilmin ve fikrin bozkırında dolaşmaktan kurtulup mümbit alanlara ulaşması ne mümkün? Ahzap suresi ayet 70-71’de Allah: “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğru söz söyleyin ki Allah sizin işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah’a ve resulüne itaat ederse büyük başarıya ulaşmıştır. Müslümanın sağlığını korumaktan sonraki önemli görevi Kur’an ilmini yaşamak ve yaşatmaktır.
Ömrünüz uzun, kazancınız bereketli olsun! Hoşça kalın! Dostça kalın!