Kömür, milyarlarca yıllık bir süreçten geçerek elmasa dönüşür. O değerine ve ihtişamına erişene kadar binlerce farklı zorluk yaşar. Kimi zaman sert rüzgarlara kimi zaman karanlığa kimi zaman ise oradan oraya savrulmaya maruz kalır. Ama zaman geçtikte öyle bir şekil alır ki parlaklığı ile güneşe bile meydan okuyabilecek hale gelir.
Elmasın en büyük dezavantajı, doğada açık halde bulunabilir olmasıdır. Durum böyle olunca bu kıymetli taş, bir hurdacının eline düşme riskiyle de karşı karşıya kalır. İşte o zaman kıyamet kopar...
Bakırdan ürün üretmekten başka hiçbir el işçiliğini tecrübe etmemiş hurdacı, elması acemice şekillendirmeye ve onun üzerinden kendi reklamını yapmaya çalışır. Halbuki talep hiçbir zaman hurdacı ya da hurdacının dükkanına olmaz. Vitrinde sergilenen parlaklık, elmasın kendisine ait olduğundan insanlar, onu bir kere bile olsa görmek için dükkanın önünden geçer. Kimsenin gözü tezgahta değildir ve hiç kimse hurdacının dükkanına sahip olmak istemez. Elmasa sahip olmak ister.
Hurdacı, şans eseri sahip olduğu elmastan faydalanırken egosunun esiri olur. Etrafında gördüğü gözlerin onun için orada bulunduğunu sanmak gibi bir yanılgının içine düşerek kendini pırlanta ustası olduğuna ikna eder. Bir masanın arkasında her gün omuzlarını biraz daha genişleterek ait olmadığı ihtişamla övünür. Fakat zaman ilerledikçe elmasın etrafı kalabalıklaşır ve hurdacı ötekileştirilir. Bunu fark edince ise ne yapacağını bilemez halde elmasın değerini düşürmek için çaba sarf eder. Önce özel taşı sandığa kaldırır ama parlaklığı gizleyemez. Sonra da küçültmeye, yontmaya başlar... Daha doğrusu dener ama yapamaz...
Bazı dünya hikayeleri de işte tam böyledir.
Özetle: Eğer bir kömür bulup onun elmasa dönüşmesine sabır göstermediyseniz kendinizi usta ilan edemezsiniz. Eğer bir elmas bulduysanız ve onun değerini düşürmek için yontmaya başladıysanız da kendinizi usta ilan edemezsiniz. Siz sadece kıymetli bir taşa hasbelkader sahip olmuş, ondan faydalanmış ve zaman ilerledikçe egosuna yenik düşmüş bir hurdacısınız.
'Sarraf altınla, hurdacı bakırla meşgul olur. Demem o ki; herkes layığına. Ne eksik, ne fazla.'