İçinden nehirler ve şiirler geçen şehir

Yıllar önce bir arkadaşım çekmişti bu fotoğrafı. İlk bakışta dikkat etmeden sadece ‘’ne kadar güzel’’ dedim. Sonra biraz daha inceleyince; fotoğrafın ters çekildiğini anladım ve akıl dolu bir çekim olduğunu fark ettim. Çok hoşuma gitti. Porsuk Çayı tüm ihtişamı ile duruyordu orada. O gece; daha sonraki yıllarda çıkacak olan ikinci kitabım ‘’Çöl Ahusu’’ nun sayfalarının birinde yer alacak olan şu şiiri yazmıştım. Bu ters duran fotoğrafa bakarak…
Bir nehir böler bu şehri orta yerinden 
İki yakası bir araya gelmez
Altını üstüne getirirsin şehri
Yalnızlığını gezdiriken
Tepe taklak düşersin ulu orta yerlerde
Canın yanar
Ters düz olup düşünce 
Dizlerinin kanadığı bir şiir olur şehir…

‘’Şiir hikmettir’’ diyor Peygamber Efendimiz a.s.v 
Şairler şehirlere ithafen çok şiirler yazmışlar tarih boyunca.
Osmanlı Şâiri Nâbî, bir hac seferi esnasında bir şiir yazar. Şöyledir şiiri söyleme sebebi. 
Kâfile Medîne’ye yaklaşırken Nâbî, heyecandan uyuyamaz. Kâfilede bulunan bir paşanın gafleten ayağını, Medîne-i Münevvere’ye doğru uzattığını görür. Bu durumdan çok müteessir olur. Ve yazar şiirini.
Medine’ye ayak bastığı esnada bu şiiri Mescid-i Nebî’nin minârelerinden okunurken duyar. Yolda kendi yazdığı bu şiiri duyunca şaşkına döner. 
Bu durum karşısında çok heyecanlanan Nâbî, hemen müezzini bulur:
“–Bu na’ti kimden ve nasıl öğrendiniz?” diye sorar.
Müezzin:
“–Bu gece Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- rüyâmızda bize;
«–Ümmetimden Nâbî isimli bir şâir beni ziyarete geliyor. Bu zât bana son derece aşk ve muhabbetle doludur. Bu aşkı sebebiyle onu Medîne minârelerinden kendi na’ti ile karşılayın!..» buyurdu. Biz de bu emr-i nebevîyi yerine getirdik...” der. 
Edep sen ne güzel şeysin. Şiiri sizlerle de paylaşacağım. Ama önceki yazılarımızda ‘’ şehrimizde birçok belediye binasında tuvaletlerin Kıbleye doğru bakıyor olmasını eleştirmiştik, Sazova Parkı’nda Mescidin kıble yönünde hata vardı.’’Bu konular ile alakalı Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın AYŞE Ünlüce çalışma başlatmıştı. Hafta içi kendisi konu hakkında beni bilgilendirdi. Mescidlerin yön tabelalarından başlanıldı düzeltemeler. Bir Eskişehirli olarak başkanımıza teşekkür ediyorum. Tuvaletlerin yönleri ile de alakalı aksiyon alacağından eminim.
Hasılı dinimizde Kıbleye doğru yatılmaz, tuvalet yapılmaz. Buna da en çok bizler Türkler riayet ederiz. İşte Nabi’nin konu ve şehir hakkındaki şiiri:

Sakın terk-i edebden kûy-i mahbûb-i Hudâ’dır bu;
Nazargâh-ı ilâhîdir, makâm-ı Mustafâ’dır bu.
(Cenâb-ı Hakk’ın nazargâhı ve O’nun sevgili peygamberi Hazret-i Muhammed Mustafâ’nın makâmı ve beldesi olan bu yerde edebe riâyetsizlikten sakın!..)
Habîb-i kibriyâ’nın hâbgâhıdır fazilette
Teveffuk kerde-i arş-ı Cenâb-ı Kibriyâdır bu
(Burası, Allah (cc)’ın sevgilisinin ebedî istirahatgâhının, türbesinin bulunduğu yerdir ve fazilet bakımından Cenâb-ı Hakk’ın arşının bile üstündedir.)
Bu hâkin pertevinden oldu deycûr-ı adem zâil
Amâdan açtı muvcûdat çeşmin tûtiyâdır bu
(Bu mübarek toprağın ziyasından yokluk karanlığı sona erdi. Varlık âlemi, körlük ve yokluktan gözünü onun sürmesiyle açtı.)
Felekte mâh-i nev Bâbü’s-selâm’ın sîne-çâkidir
Bunun kandili Cevzâ matlâ-i nûr-i ziyâdır bu
(Gökyüzünde hilâl, O’nun selâm kapısının yüreği yaralı âşığıdır. Semadaki Cevza'nın nur ve ışık kaynağı O’dur.)
Murâât-ı edeb şartıyla gir Nâbî bu dergâha,
Metâf-ı kudsiyândır, bûsegâh-ı enbiyâdır bu.
(Ey Nâbî, bu dergâha edep kâidelerine uyarak gir! Burası, meleklerin etrafında pervâne olduğu ve peygamberlerin (eşiğini) öptüğü mübârek bir makamdır.)

Yesrib’dir Medine’ nin eski adıdır ve sayısız şiirler yazılmıştır Medine’ye.
Kudüs ‘ de şairlerin övgüsüne mazhar olmuş kutsal şehirlerden biridir. Rahmet Olsun Nuri Pakdil’e. Yedi güzel adamın abisi Pakdil’i 2019 yılında kaybettik. Ankara’ da Taceddin Dergahı’ nın bahçesindeki kabrini ziyaret etmiştim büyük şairin. O da şöyle ifade ediyordu duygularını şehir ve ideoloji temalı şiirinde: 
Yüreğimin yarısı Mekke’ dir, 
Geri kalanı da Medine’ dir.
Üstünde bir tül gibi Kudür vardır.

Merhum Necip Fazıl İstanbul’u şöyle anlatır:
Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İçimde tüten bir şey; hava, renk, eda, iklim;
O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim.
Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;
Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.
Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale,
Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.

İstanbul benim canım;
Vatanım da vatanım...
İstanbul,
İstanbul...

Tarihin gözleri var, surlarda delik delik;
Servi, endamlı servi, ahirete perdelik...
Bulutta şaha kalkmış Fatih'ten kalma kır at;
Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat...
Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;
Her nakışta o mana: Öleceğiz ne çare? ..
Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet;
Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet...

O manayı bul da bul!
İlle İstanbul'da bul!
İstanbul,
İstanbul...

Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği;
Çamlıca'da, yerdedir göklerin derinliği.
Oynak sular yalının alt katına misafir;
Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir.
Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar,
Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar...
Bir ses, bilemem tanbur gibi mi, ud gibi mi?
Cumbalı odalarda inletir ' Katibim'i...
Kadını keskin bıçak,
Taze kan gibi sıcak.
İstanbul,
İstanbul...
Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler!
Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler...
Eyüp öksüz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu,
Adada rüzgar, uçan eteklerden sorumlu.
Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından
Hala çığlıklar gelir Topkapı Sarayından.
Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar;
Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar...
Gecesi sünbül kokan
Türkçesi bülbül kokan,
İstanbul,
İstanbul...

Nazım Hikmet ise şehirlerin birleşkesi memleketi anlatırken şu ifadelere yer verir.
Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket, bizim.
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benziyen toprak, bu cehennem, bu cennet bizim.
Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu, bu dâvet bizim....
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine, bu hasret bizim...
 Bu şiirle ilgili bir anımı anlatayım dostlar size. Yıl 1994 aylardan ekim. MHP Kurultayı. Ankara’da salondayız. Kapanış konuşmasını Türk Dünyasının Başbuğu Alparslan Türkeş yapıyor. Ve bu şiirden bir bölüm okuyor. Yanımdaki ülküdaşıma şaşkınlıkla ‘’ bu şiir Nazım’ın ‘’ diyorum. O da şaşırıyor. Sonra gündeme düşüyor ve basında geniş yankı uyandırıyor. Türkeş Bey sonrasında Rıza Müftüoğlu’ na bunun sebebini şöyle anlatıyor:
“Bölücü gruplar Türkiye’nin birliği ve dirliğini tehdit ediyor. Ben Nâzım’dan İstiklal Savaşı ile ilgili bu şiiri okuyarak Milli Sol’a mesaj veriyorum, onlarla yakınlaşmaya çalışıyorum. Bu şiir Milli Sol’a uzattığımız bir zeytin dalıdır. Milli olan bütün değerleri benimsiyoruz. Nâzım’dan şiir okumamın temel sebebi budur.” Buraya kocaman bir ünlem bırakıyorum.!!!
 Ülkenin içinde bulunduğu duruma binaen  MHP Lideri sayın Devlet Bahçeli’nin ellerinden öpüyorum.
Dönelim şehir ve şiire…
‘’Gelme artık üşütürsün, soğuk buralar’’ demiştim bir vakit... 
Evet Eskişehir soğu ile meşhur bir kent. 
O vakit soğuk Eskişehir akşamlarını fakirin şu mısraları belki ısıtır:
‘’Oysa ben gözlerine bakıp bir türkü yakacaktım
Tüm şehir tutuştu sevgili…’’

Cemal Süreya ‘ nın bir süre Eskişehir’ de yaşadığını bilirsiniz.

Çalıştığı kurumda bir kadına aşık olur.  Şöyle söyler bir şiirinde :

Porsuk nehrinin geçtiği kadınlar
Hepsine yüzer kere rastladım en azdan
Umustsuz sevdalara tutulmak onlarda
Bozkıra doğru seyrele seyrele yaşamak onlarda
Verdi mi adama her şeylerini verirler
Ben gördüm ne gördümse kadınlarda
Porsuk nehrinin geçtiği

Kızılırmak parça parça olasın
Bir parça ekmek siyah, on kuruşluk kına kırmızı
Taş toprak arasında türküler arasında
Karanlıkta bir yanları örtük bir yanları üryan
Kocaman gözleriyle oy anam bu kadar dokunaklı
Kimler ürkütmüş acaba bu kadar kadını

Dicle kıyılarına tiren varınca
Büyük bir gökyüzü git Allah’ım git
Genel olarak önce kaşları görünür
Sonra bütünsüz uykuları kaşla göz arasında
Yanaklarında çıban izi taşıyan kadınlar
Gül kurusu

Bir gün sizin de yolunuz düşer memlekete
Siz de görürsünüz bunları kadınlarda
Ödevleri  yenilmek olan hep
Bıçakla kemik arasında
Susmakla ağlamak arasında
Yenilmek
Kadınlar…

Porsuk çok aşklara şahitlik etmiş. Evlilik tekliflerine de. Lakin bu sıralar kavgalar, cinayetler, yaralamalar, dozu aşılmış alkolün kararttığı hayatlar.
Yalaman Adası ve Porsuk Çayı…
1960’lı yıllarda yazlık sinemalar, 1970’li yıllarda gazinolar, 1980’li yıllarda lunaparklar…
1980’li yılların sonuna doğru ise kafeler.  Adaları ve Porsuk çayını daha detaylı konuşalım bir gün bu köşede. Ama gün sonunda Eti Park ve sonrası yetersiz aydınlatma, yetersiz gözüken güvenlik tedbirleri, esnafın bu konular hakkındaki haklı sitemlerini vurgulamış olalım.
Hadi şunu da yazıvereyim de biraz hoşgörü ve ön yargının zararına örnek olsun.
Akşam saatleri…
Porsuk kenarında bir rutinim. Yürüyorum. Sokak sanatçıları müzik yapıyor. Çevresini kuşatan gençler coşkulu eşlik ediyorlar soliste. Daha da yaklaşıyorum. Solist de gurubun diğer sanatçıları da uzun saçlı, yırtık kotlu, küpeli, kızlar dövmeli, pirsingli. Enstrümanlarını şarkının belli bölümlerinde off yapıp alk*l alıyorlar. Ritme uyan beden hareketleri ile herkes eşlik ediyor şarkıya.
O sırada Akşam ezanını duyuyorum bir es de. Çocukların bu halleri. Üzgünüm…
Derken solist şarkıyı birden kesiyor. ‘’Akşam Ezanı okunuyor birazdan devam edelim’’ diyor. Ve elindeki alk*l kutusunu arkasına saklıyor.
Necip Fazıl geliyor aklıma. Şöyle diyor üstad:
Sarhoşu Bile Allah! Diye Nara Atan Bir Toplumun Geleceğinden Ümit Kesilmez...

Efendim biz günahkara değil günaha düşmanız, neticede hepimiz günahkarız. Allah af etsin.
Hoşça bakın zatınıza. Haftaya buluşmak dileği ile….

{ "vars": { "account": "UA-99020016-1" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }