GÖZYAŞININ MEVSİMİ ZORUNLU GÖÇ

Yaklaşık 15 sene önce kaleme aldığım köşe yazım. Mutlaka okuyunuz. Çünkü ülkemiz de müthiş bir değişim var. Ülkemiz de bedeller ödeyerek birlik ve beraberliğimiz için mücadele eden kim olursa olsun desteklememiz lazım. Ülkemiz de büyük acılar yaşandı. Artık güzel günlere yürek yüreğe ve hep birlikte.

80 darbesinde halkın iradesini gasp edenler Mamak, Ulucanlar ve Diyarbakır cezaevinde tank paletleriyle gençlerin üzerinden buldozer gibi geçti. Ülkemizin gençliğine, birliğimize ve beraberliğimize kıyan darbeci zihniyeti asla unutmayacağız.

80 darbesinde Diyarbakır zindanlarında kabus gibi geçen 4 yılın sonunda köye geri dönmüştün baba.Cezaevine girmeden önce Kızıltepe Çukobirlik müdürüyken çıktığında dönem devlet içinde çöreklenmiş yanlış yöneticilerin hışmına uğramış işsiz bir adamdın. Köydeki hiç kimseyle konuşmaz, geçen karanlık günlerin izini uzaklara dalarak sürerdin. Köylüler kendi aralarında delirdiğinin dedikodusunu yapıyorlardı. Yalnız başına takılır, kimseyle sohbet etmezdin. Belki de hala cezaevinde ''TÜRKÇE KONUŞ ÇOK KONUŞ''un etkisi vardı üzerinde. Çünkü bizim köyde Türkçe konuşmayı bilen hiç kimse yoktu.

       Ve benim dünyaya gözlerimi açışım. DELİL koymuştun adımı, Diyarbakır zindanlarında hiçbir delilin işe yaramamasına bir tepkiydi belki de bu ismi bana verişin. Benimle beraber yavaş yavaş toparlanıyordun. Zindanların o korku dolu günlerinden sıyrılıp, mutlu bir aile tablosu çiziyorduk. Devletin içine çöreklenmiş ayrılıkçı yöneticiler seni cezalandırmıştı ama sen yine de en kutsal işlerden biri olan ülkenin dört bir tarafını ağaçlandırma işi yapmaya başladın. Karanlığa bürünmüş dönem her yer yeşillenmeliydi. Her yer yeşillesin ki kirlilikler tarihe karışsın.

       Ancak unuttuğun bir şey vardı baba, devletin içinde ki karanlık yüzlerin mimlediği bir şahıstın artık. Ne yaparsan yap üzerinde kalacak bir damgaydı o. Köyden gitmeliydin nereye gideceğinin bir önemi olmaksızın terk etmeliydin doğduğun toprakları. Gitmemeyi düşünüyordun ama biliyordun ki gitmediğin de bütün köy cayır cayır yakılacaktı. Hayatının en zor kararını verecektin. Ya ülkemizin içinde sürgün olup bütün düşlerimizi, anılarımızı bırakıp gidecektik. Ya da kalıp bütün köyümüzün yakılmasına sebep olacaktık. Tabi ki sen kendine yakışanı yüreğinin cayır cayır yanmasını köyümüzün cayır cayır yanmasına tercih edip gitmeyi yeğlemiştin.

         Gidiş hazırlıkları yapılırken annem ve ona yardıma gelenlerin hepsi ağlayarak kürtçe ağıtlar söylüyorlardı. Çocuk yüreğimin anlamayacağı bir matem havası sarmıştı köyümüzü. Herkeste bir uzaklara dalma ve yüreğinin derinliklerine akıtılan zulmün gözyaşları. Bir bahar sabahı kırda arkadaşlarımla çiçek toplarken peş peşe kamyon ve dolmuş gelmişti. Arkadaşlarımla köyümüze çok nadir gelen bu araçların arkasından sevinçle koşuyorduk. Nerden bilebilirdim ki bu araçlar çamurdan yaptığım oyuncaklarımla arama hasret koyacak. Nerden bilebilirdim ki bu araçlar bizi bir bilinmemezliğe götürecek??

         Abim, gelip ellerimden tutarak gidiyoruz diyerek, köye doğru koştuk. Nereye gidiyoruz? sorusuna fırsat bulamadan köyden yükselen hawarların o yanık tinisinde anladım ki acı bir ayrılık yaşayacak yüreklerimiz. Bağırmak istiyordum. Nereye gidiyoruz? Ben gelmek istemiyorum, siz gidin demek istiyordum. Nurettin Rençber'in ''Vakti geldi ayrılığın ne yapsak boş ''şarkısındaki gibi yapacak bir şey yoktu. Emir büyük yerdendi. Bizi götürecek dolmuşa binmiştik. Arkadaşlarım o gün topladıkları bütün kır çiçeklerini bana vermişlerdi. Bütün köy halkı toplanmıştı. Bizler giden, onlarsa kalandı. Ama hissettiklerimiz aynıydı. Kül rengi bir ayrılığın verdiği acımsı bir ızdırap...

        Herkesin biran önce bitmesini istediği dakikaları yaşıyorduk. Ve uzaklaşıyordu dolmuş arkamızdan dökülen su ve gözyaşları birbirine karışıyordu. Ne olursun birisi bitirsin bu sahneleri. Rüya olsun Allah'ım diye yalvarıyordum yükselen çığlıkların arasında. Elveda yara almış düşlerim. Elveda arkadaşlarım. Elveda yarım kalmış anılarım. Elveda kırlarında çiçek topladığım güzel köyüm. Elveda yamaçlarında meyve toplamaya gittiğimiz köyümün dağları. Elveda çocukluğum elveda...

          Bizim vedamızda yakılan bir köyün yükselen dumanları ve asker postalları yoktu ama büyük bir kentin bilinmeyenine doğru zorunlu bir göç vardı. Kendi ülkemizin topraklarında sürgün ve gözyaşı vardı. Bu köşe yazımda hepimizin içinde bir kor ateş gibi duran köy yakılmaları ve zorunlu göçle ilgili kendi yaşadıklarımdan bir kesitle değinmek istedim.

           Başbakanımızın büyük bir siyasi risk alarak başlattığı çözüm süreciyle beraber büyük kentlerin arka sokaklarında ölmeden önce bir kez bile olsun kaybolmaya yüz tutmuş çocukluk anılarına ve köylerine kavuşmak isteyen yüzbinlerce insan var. Gelin hep beraber bu insanlarımızın düşlerini maviliğine çevirelim. Gelin yıllar önce yükselen acı çığlıkları, sevinç çığlıklarına dönüştürelim.

             Yeni süreç ve değişen devlet paradigmasıyla ülkemde yeşeren umutlar. Bu sefer başaracağız, buna inancım sonsuz. Barışın, kardeşliğin türkülerini köylerimizin damlarında yıldızları seyrederek hep beraber söyleyeceğiz.

              

Aradan yıllar geçti. İnsanlar köylerine geri döndü. TRT kurdî kanalı açıldı. Diyarbakır cezaevi kültür bakanlığına devredilerek, müze olma süreci başladı. Burada sayamayacağım birçok güzel gelişme oldu. Ve yıl 2025

Tarihi günlerden geçiyoruz. MHP genel başkanı bilge lider Devlet Bahçeli’nin çağrısıyla başlayan, sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın güçlü iradesiyle devam eden süreç PKK’nın kendini fesh etmesine evrilmeye doğru devam ediyor. Yıllar içinde çok şey değişti.1000 yıldır süren kardeşliğimizi kıyamete kadar sürmesi için var gücümüzle çalışacağız.

Yaşasın birlik ve beraberliğimiz

Yaşasın Güçlü ve Büyük Türkiye

{ "vars": { "account": "UA-99020016-1" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }