Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi (İTİA) 1958 yılında kurulmuş. Öyle bir çevre oluşmuş ki bu akademinin kurulması ile daha kendi binası bile yokken, bakıyoruz; Eskişehir Belediye Tiyatrosu’na dönüşecek Oda Tiyatrosu’nu yaratıyorlar. Bir bakıyoruz Eskişehir’de ilk festivali gerçekleştiriyorlar. Hem de salonu olmayan Eski
Yazımın başında “Öyle bir çevre oluşmuş ki bu akademinin kurulması ile” demiştim. Öğrencilerin isteklerine olumlu bakan ve yanlarında olan bir Akademi Başkanı Prof.Dr. Orhan Oğuz var ama öğrencilerin arasından çıkan .Prof. Dr.Yılmaz Büyükerşen, Prof.Dr.İnal Cem Aşkun, Prof. Dr. İlhan Cemalciler, Porf.dr. Engin Ataç, Prof.Dr. Zühtü Altan var. 1950’li yılların sonlarında öyle bir düş kurmuşlar ki onu adım adım uygulamışlar. Bugün Eskişehir ülkemizin sinemada bir merkez ise bu akademinin önce öğrencileri olan sonrada Akademiyi Anadolu Üniversitesi’ne dönüştüren hocalarıdır. Ben onları Cumhuriyetimizin kuruluşundaki “Kadro” hareketi gibi görüyorum. Prof.Dr. İbrahim Naci Güçhan bu kadro hareketinin yetiştirdiği isimlerden biridir.
Biz onun İbrahim adını hiç kullanmadık. O hep Naci Güçhan’dı. Tam bir entelektüeldi, geniş bilgiye sahip nefes alıp verircesine bilgisiyle konuşurdu. Eskişehir Sanatçılar Birliği’nde başlıyan dostluğumuz hep sürmüştü…
Prof.Dr.Naci Güçhan, 1949 yılında Eskişehir’de doğdu. Öğretmen anne-babanın çocuğu olarak Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nden mezun oldu. İTİA’nde“Sinema ve Televizyon Yüksek Okulu’nun kuruluşunda sonra da İletişim Bilimleri Fakültesi’nin kurucularındandı. Sinema-Tv Bölümü Başkanlığı yaptı, ülkemizin ilk ve önemli sinema eğitimi hocalarından biriydi o. Daha sonra Anadolu Üniversitesi'nde Devlet Konservatuarı Müdürlüğü ve Anadolu Üniversitesi Rektör Yardımcılığı da yapmıştır. 1 Eylül günü bir trafik kazasında vefat etti.
Eskişehir Kitapları Sergisi
Doğup büyüdüğümüz, yaşadığımız yeri tanıdığımız kadar severiz. Sevdiğimiz kadar da bizim olur. Biz de onun parçası oluruz.
Peki, bize doğup büyüdüğümüz, yaşadığımız yeri kimler tanıtır? Tabi buna önce ailemizdeki büyüklerimiz, çevremiz deriz ama daha çok oranın araştırmacıları daha geniş kaynaklar kullanarak hazırladıkları kitaplarıyla, yazılarıyla tanıtan yazarlardır.
Eskişehir üzerine yazılmış ilk kitap 1929 yılında Faruk Şükrü Yersel’in kitabı sayılır. Oysa Osmanlı döneminde yazılmış kitaplarda vardır. Bunlardan birini Gazeteci Semih Eser’in babasında el yazması Eskişehir ‘i anlatan kitabı görmüştüm. Bir başka kitabın varlığını da Mimar Ulviye Kızılkaya’nın Eskişehir Sanatçılar Birliği’nin Karma Sergisine katıldığı Kurşunlu Cami üzerine tez çalışmasında Kurşunlu Cami’nin tarihi ile ilgili bilgileri İstanbul Beyazıt Kütüphanesindeki Osmanlıca yazılmış bir kitaptan aldığını y azısında görmüştüm. Bunun üzerinde daha bir çalışma yapılmadı. Hep bildiğimiz Cumhuriyet sonraki kitaplardır. Bundan 10-15 yıl öncesine kadar 25 civarında Eskişehir kitabı vardı. Son yıllarda üniversitelerimizde epey tez çalışması yapıldı bunların bir kısmı kitaplaştı. Bugün bir Eskişehir Kitaplığı kurabilecek kadar çalışma var. Ama kim kuracak o kitaplığı bu da bir soru?
Geçtiğimiz hafta İl Halk Kütüphanemiz 2 Eylül Eskişehir’in düşman işgalinden kurtuluşu günü nedeniye Eskişehir Kitapları Sergisi yaptı. Sergiyi gezerken Eskişehir’in böyle bir yeri yok diye düşündüm.
Şehirlerin böyle Kent Müzesi-Kitaplığı vardır. Bunlar kent bilinçi yaratırlar. Yaşayanlar için bu çok önemlidir. Bunları oluşturamadığımızdan yabancılaşma, yalnızlaşmayı çok hızlı yaşıyoruz. Herşeye yatırım yaparken bu aklımıza gelmiyor. Gelmemesinin nedeni kültürsüzlüğümüz, kent bilinçinden yoksunluğumuz.