İnsanlık tarihi kadar eski olan müzik, binlerce yıl öncesine uzanan çalgılarla bugün bile geçmişin izlerini taşıyor. Arkeolojik kazılar ve bilimsel araştırmalar, müziğin sadece bir eğlence aracı olmadığını; aynı zamanda ritüel, iletişim ve ifade biçimi olarak kullanıldığını ortaya koyuyor. En eski çalgılar da bu çok katmanlı işlevin en somut örnekleri olarak dikkat çekiyor.
Bugüne kadar keşfedilen en eski müzik aleti, Slovenya’daki bir mağarada bulunan yaklaşık 60 bin yıllık “Neandertal flütü”dür. Mağara ayısı kemiğinden yapılan bu basit çalgı, müziğin insanlık öncesi dönemlerde dahi var olduğunu düşündürüyor. Almanya’da keşfedilen ve 35-40 bin yıl öncesine tarihlenen kuş kemiğinden yapılmış flütler ise insan eliyle biçimlendirilmiş ilk melodik çalgılar arasında yer alıyor.
Tarihteki diğer kadim enstrümanlar arasında kemikten yapılmış davullar, deniz kabuklarından üretilmiş borular, taş ve ahşap litofonlar (taş çalgılar) yer alıyor. Mezopotamya, Antik Mısır, Çin ve Orta Asya uygarlıklarında çeşitli telli, üflemeli ve vurmalı çalgıların izlerine rastlanıyor. Bu çalgılar, kimi zaman dini ayinlerde, kimi zaman da savaş öncesi toplulukları bir araya getirmek amacıyla kullanılmış.
Anadolu da tarih boyunca pek çok kadim müzik aletine ev sahipliği yaptı. Hititlerden kalan lir ve sistrum benzeri çalgılar, yerli uygarlıkların müziğe verdiği önemi gözler önüne seriyor. Ayrıca Türk kültüründe önemli yere sahip kopuz da Orta Asya bozkırlarında doğmuş ve yüzyıllar içinde evrilerek günümüzdeki saz, bağlama gibi çalgıların atası olmuştur.
Uzmanlara göre en eski çalgılar, sadece tarihî değil, antropolojik ve kültürel açıdan da büyük anlam taşıyor. Çünkü bu çalgılar aracılığıyla geçmiş toplumların duygu dünyaları, yaşam tarzları ve inanç sistemleri hakkında bilgi edinmek mümkün oluyor.
Müzik, yüzyıllar geçse de insana kendini anlatma imkânı sunan evrensel bir dil olmaya devam ediyor. Ve bu dilin ilk harfleri, tarihin en eski çalgılarında gizli.