Anadolu köylerinden birinde bir zamanlar “Deli Nuri” denilen biri varmış. Her fırsatta köy imamına bir kere halka vaaz vereyim der, dururmuş. Bir cenaze definde Deli Nuri, imama: “Vaaz verdirmedin, hiç değilse şu mevtanın telkinini vereyim” deyince imam, bakmış etrafta kimse kalmamış. Telkini şu Deli’ye verdirip gönlünü alayım.” demiş. Deli Nuri, usulü üslubunca başlamış telkine: “…Bu dünyada yalan demediysen… Haram yemediysen… Kul hakkına girmediysen… Masumu mağdur etmediysen öbür tarafta işin iş.” demiş telkini bitirmiş. İmam: “Sana kim “Deli Nuri” demişse, halt etmiş.” demiş.
Otuz yıl önce bir arkadaşımla hasta ziyaretine gitmiştik. Hasta ağladı. Arkadaş: “Niye ağlıyorsun?” dedi. Hasta: “Boş yaşadım. Daha ötesi insanlık şerefini hiçe sayıp çirkin yaşadım. İnsani ilişkilerim kirli idi. Kursağımda haram, vicdanımda fesat, omuzlarımda vebal yüklü… Suçum çok! Mağdur bıraktığım mazlumların ahından korkuyorum. Nihai hesap günü nasıl hesap vereceğimi düşündükçe ağlıyorum. Kur’an’ı bilgiye göre Allah’ın: “Hak sahibi hakkını helal etmedikçe ben af etmem.” buyruğu malum! Kirli ilişkilerime, hak-hukuk tanımazlığıma velhasıl insanlık vazifemi kötüye kullandığıma kahroluyorum. İşin kötüsü hakka tecavüz ettim. İffet lekeleyip onur kırdım. İnsanların itibarı ile oynadım. Daha ne olsun! O mağdurların sessiz çığlıklarını duydukça içim yanıyor.” dedi.
Deli Nuri hikâyesini Etibank’tan Etimaden’e uzanan süreçte kadim dostlarımdan, eski Ticaret Müdürlerinden Manyaslı Mehmet Şen’in 05 Mart 2024 günü whatsApp mesajı gönderisinden anlatı yaptım. Deli Nuri anlatısını Mehmet Şen’in anısına bu yazımda yayınlamayı yeğledim. Mehmet Şen ile 1985 yılı Mayıs’ında İzmir Alım Satım Bölge Müdürlüğünde düzenlenen üç haftalık Gümrük kursunda tanıştık. O günden bugüne dostluğumuz inkıtaa uğramadan devam ediyor.
Akıllara destur, dillere destan, ibret dolu Yusuf ile Züleyha’nın hikâyesi Kur’an da kıssaların en güzeli olarak anlatılmış. Şöhretini, servetini, şehvetini kendi sefası için kullanan Züleyha, Yusuf’a cefa çektirmekle ilk kıyametini yaşar. Aklını başına alıp servetini, şöhretini, şehvetini insan onuruna yakışır kullanınca mahşeri dirilişine kavuşur. Yusuf iffetine sahip çıkınca kucaktaki çocuk “Beşikteki İsa” gibi dile gelmiş. Yedi düvelin kulağına ilahi adaleti celaliyle, şefkatiyle haykırmış. Çocuğun haykırışı Yusuf’a şefkatli, Züleyha’ya celalli iken hakikat adına da adaletli olmuş. İnsan, insan olmanın onuruyla yaşamalı ki, yaşadığı sefa başkasına cefa olmasın.
Ne hazin ki insan, insanı yer hâle gelmiş. Çıkar ilişkilerinde ahlaki değerler hiçe sayılır olmuş. Birileri, birilerini yemekle sefa sürmenin derdinde düşmüş. Sefasını başkalarının cefasına dönüştüren kıyametine yansın. İnsanlık birbirini yiyecek hâle niye düştü, nasıl düşürüldü? İnsanlık bu vahim hâlden ne zaman kurtulacak? Elbet vicdan, insaf, hayâ ve akıl birlikte izan bulduğunda kurtulacak. İnsan, insanın derdine derman olmakla sorumlu... Hiç kimse fırsatı gani bilmesin. Eldeki fırsatları hak-bayrama çevirmesin.
Müslümanım diyen bir başkasının kişiliğine, izzetine, iffetine, hakkına, istiklal ve istikbaline zarar verir mi? Allah diyen bir başkasına kötülük yapar mı? Müslümanın kulluk kalitesi başkalarının haklarına verdiği değer kadardır. İnsanın kıyameti mazluma zulüm yaptığı gündür. Yalan, talan, kin, haset, husumet, gıybet, kibir, hile ve fitne gibi kötü hâller Müslümanın felaketidir. Bu hallerden hangisinde kul hakkı zuhur etmez ki? Allah imanlı, hayâlı, faydalı ve haklara saygılı insana eza çektirmekten hicap duyar.
Ölüm, insan için son değil bir başka hayatın başlangıcıdır. O hayat ahiret âlemi hayatıdır. Ahiret âleminde insan cennette de, cehenneme de dünyadaki yürüdüğü yoldan gider. Lafın özü cennetini de, cehennemini de insan kendisi seçer. İlahi tartı ve ölçüde eksiklik, hile olmaz. Herkes hakkına hakkınca kavuşur.
Ömrünüz uzun, kazancınız bereketli olsun! Hoşça kalın! Dostça kalın!