Stefan Zweig uzun uzun anlatılacak bir yazardır. Onun yaşamı hakkında romanları ve yaşamını sona erdişinin ayrıntısı hakkında başka bir yazıda konuşalım. 
Zweig’ın çoğu eserini okuyan biri olarak ismiyle dikkatimi çeken bir kitabından bahsetmek istiyorum. Amok Koşucusu kitabı basit bir kitap ismi gibi gözükse de Amok anlamı hayli ağır bir dille yazılmış eserdir.
Amok; Güneydoğu Asya’da gözlenen bir tür cinnet hali diye geçiyor. Malay dilinde Amuk gözü kararmış, öfkeden deliye dönmüş demek.
Zamanında bir adam aklını kaçırmış bir şekilde koşmaya başlar, ama bu koşma sade bir koşma değildir. Önüne gelen tanıdığı tanımadığı her şeyi herkesi hançerden geçirir. Ağzı köpüklü, çılgınca ve gözü dönmüş bir halde koşar, koşar, koşar ve önüne geçen herkesi öldürür. 
Bu yüzden şehrin insanları ona deli anlamına gelen “Amok” adını verirler. Amok Koşucusu adını buradan alır. Stefan Zweig Amok koşucusu eserini bu tabirden yola çıkarak yazar. 
Kitap; 
Napoli Liman’ından Oceania’ya yolculuk yapan bir gemide gerçekleşen olaylarla çalkalanıyordur. Gerçekleşen olaylardan hemen önce gemide yolculuk yapan birinin yaşadıklarını anlatmasıyla başlar. 
Gemideki kalabalıktan sıkılan bir yolcunun geminin gizli ve insanların gözü önünde olmayan bir kısmını keşif etmesiyle başlar. Her boş zamanında oraya gidip karanlıkta oturup yıldızları izler durur. Fakat yalnız değildir. Gecenin etkileyici güzelliğine kapıldığı zaman o adamı fark eder. O adam kendisinden önce keşfetmişti. İkisinin arasında karşılaştıkları gece sıkı bir arkadaşlık başlar. Sohbet koyu ve kapsayıcıdır. Bu adam yaşadıklarını ve içinde kalan sırları bu gemide yeni tanıştığı bu yabancıya anlatmak ister. 
Bu adam aslında doktordur. Ve olan biteni anlatmaya başlar. Bir kasabada doktorluk yaptığı vakit zengin asil bir kadın onunla konuşmaya gelir. Kadın bu doktora, kocasından olmayan bir bebeği hamile olduğuna ve bu bebeği gizlice aldırmak ister. Doktor yasal olmadığını söyler. Kadın asil ve zengin olmasına rağmen çok dil döker ama doktor dediğim dediktir. Öfkelenen kadın bağırır çağırır ve odadan çıkar. Doktor kadının çaresiz ve umursamaz hallerinden etkilenir. İlk defa bir kadına karşı böyle belirsiz duygular hisseder. Bu kadın diğer kadınlardan gerçekten çok farklıdır. Kadın kapıyı çarpıp çıktıktan sonra peşinden koşup yakalamaya çalışır. Ancak elinden kaçırmıştır. Kadına yardım etmediği için kendini suçlu hisseder. 
Günlerce her yerde arar kimseye benzemeyen ve tüm kadınlardan farklı olduğunu düşündüğü bu kadına âşık olur. En sonunda bulur ve şehir dışına yanına gider. 
Ona yardım etmek istediğini, bebekten kurtulması için elinden geleni yapacağını söyler fakat kadın kabul etmez. 
Doktora güvenmez. Doktor ise çılgınlar gibi yardım etme arzusundan vazgeçmez. Şehirde kalmaya ve kasabadan oraya tayin ister. Böylece kadının her an yanında olacaktır. Amacı ona yakın olmak, sırrını kimseye söylemeyeceğine ikna etmektir.
Kadın ona bir türlü güvenmediği için ucuz ve kötü şartlarda olan başka bir yere bebeğini aldırmak üzere gider. Ancak bu merdiven altı yerde enfeksiyon kapar ve çok kan kaybeder. Bunu duyan doktor koşarak yanına gittiğinde kadın hayata gözlerini yummak üzeredir. Doktordan sırrını saklamasını ve kimsenin öğrenmemesi için elinden geleni yapmasını ister ve oracıkta vefat eder.
Kocası bu garip ölümden şüphelenir ve cesedi otopsi incelemesi için gemiyle Avrupa’ya göndermeye karar verir. Doktor ise o sırrı korumak adına mesleğini, parasını, her şeyini geride bırakır. O gemiye binip tabuttaki kadının cesedini otopsiye gitmeden kaçırmayı planlar. Kendini bu yaptıklarından dolayı Amok Koşucusuna benzetir...